
“İnsan var olduğu günden bu yana sürekli olarak, içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.” Geçtan’ın (2017) söylediği bu ifadelerin anlamı ile başlamayı seçtim size seslenirken.
Ne tuhaf değil mi? Tüm bu çabanın içinde kendini ararken gittikçe kendinden uzaklaşmak. Sonra bir ben ile karşılaşmak ve daha sonra bir başka ben daha. Ve en sonunda kendine yabancılaşmak ya da kendini bulmak. “Beni bende demen, ben de değilim / Bir ben vardır bende, benden içeru” derken Yûnus Emre, ne demek istedi sahiden? “Ben” derken neyi kastederiz? Hiç düşündünüz mü? Kimiz biz? Şüphesiz etten kemikten ibaret değiliz. Çok daha ötesi var içerde. Düşünen, sorgulayan, idrak eden, akleden, hisseden, duyumsayan, özümseyen… Ya da Geçtan’ın (2017) da tabiriyle hem yapan hem bozan hem seven hem kıran.
Bizi insan kılan eşsiz detaylardan biri de anlam arayışıdır. İnsan kendini bulmak, yaşamını keşfetmek, acıdan geçip belki de yaşamındaki kendi değerini bulmak için çaba göstermektedir. Bu çabayı yaşamda fark etmese de birey, çoğu zaman içinde bulunduğu mutsuzluk hali bu anlam arayışının bir eseridir (Frankl, 2019).
Hayatın anlamı için verilecek tek bir cevap olmadığı aşikâr. Esasen biriciktir. Ortak değerlerde, fikirlerde ya da ideolojilerde, davranışlarda birleşsek de anlam, kişinin kendi hayat yolculuğunda deneyimi, fikirleri, hissiyatı ve maneviyatı ile yekpare oluşan ve gelişen bir olgudur ki onu eşsiz kılan da budur. Kimisi için sevmek, kimisi için aşk, kimisi için Tanrı; kimisi için yolda olmak, kimisi için felsefe, kimisi için annelik, şiir, ölüm, okumak, dostluk ve kimisi için de aile…
Mesela benim için hayatın anlamı yaşamakta gizlidir. Varlığın özündedir mana. Ve herkesin bu yolculukta alacağı yol benzersizdir. İnsanı insan yapan ruhun varlığını yok sayar hale getirdi bu modern çağ; insanı tabiatından bir diğer deyişle özünden uzaklaştırdı. Oysa tabiatta bizim özümüzden bir parça gizlidir. Bu çağ bizi ruhlarımızdan gittikçe uzaklaştırırken içimizde günden güne büyüyen bir boşluğu da beraberinde getirdi.
Ve insan, en nihayetinde bu çağda derin bir boşluğa düştü…
Belki de bu çağda sadelik ve yalınlık yitti, gayret ve çaba yitti, güzellik yitti, iyilik yitti… Ya da yitti mi sahiden? Elbette hayır! Fakat yine de neden bu denli boşluğa düşer insan diye düşünürüm sık sık. Aldanışlarımız belki de. Çaresizce savrulurken sonu olan varlıklara tutunma çabası. Kişiye, makam ve mevkiye, mal ve mülke değil de sevgiye, iyiliğe, barışa tutunmak. Fromm’un (2015) tabiriyle sahip olmak değil de “olmak” olarak adlandırılan bir durum belki de.
Gelin, sizinle biraz da “anlayış”ı ele alalım. Anlayış kelimesinin kökeni pekâlâ tahmin edeceğiniz üzere anlamaktır. Kişinin anlayış gösterebilmek için önce karşısındakini anlaması gerekir. Şayet böyle olmazsa buna katlanmak denir ki bu da pek can sıkıcıdır. Çünkü ruh yorulur. Oysa anlayış yalnızca karşınızdaki için doyurucu değildir, anlayış gösterenin kendisi için de iyileştiricidir. Anlayış gösterenin de ruhu şifa bulur. Karşılıklı bir iyi oluş hali vardır. Anlamak mühimdir, elzemdir. Sevmeye yürek verirseniz şayet, zaten beraberinde anlamak da istersiniz. Ve beraberinde kendinizi; karşınızdakine katlanıyorken değil de ona anlayış gösterirken bulursunuz. O halde insanın ruhunun ızdırap duyması kendine katlanmak zorunda kaldığı için olabilir mi? Kendine katlanmak yerine kendini anlamayı seçerse ne olur?
Kendini anlamanın yolu sevgiden geçer. Kendini sevmekle başlar kendini anlamak. Fromm (2020) “Kendinizi seviyorsanız, başkalarını da kendinizi sevdiğiniz ölçüde seversiniz. Karşınızdaki kimseyi kendinizden daha az sevdiğiniz sürece kendinizi sevmeyi başaramazsınız; ama kendinizi de, başkalarını da aynı ölçüde severseniz, onları bir tek kişi gibi seversiniz; bu tek kişi de hem Tanrı’dır hem insan. Bu yüzden kendisini ve başka herkesi aynı ölçüde seven insan büyük ve dürüst bir insandır.” der.
Sevmek… Ne büyük kelime!
Sevmeden anlamanız ve beraberinde anlayış gösterebilmeniz ne kadar mümkün sevgili okur? Sevmeden bir yaşam sürmek ne kadar mümkün?
Büyük yazar Lev Tolstoy (2016)’da sevmeye dair: “İnsanlar kendilerine baktıkları için yaşadıklarını sansalar da aslında sadece sevgiyle yaşadıklarını anladım. Seven kişi, Tanrı’ya yaklaşır ve Tanrı da ona yaklaşır. Çünkü sevgi Tanrı’nın ta kendisidir.” demiştir. Sevgi, Tanrı’nın ta kendisidir! Tolstoy için hayatın anlamı sevgiydi belki de. Onu yaşatan ve var eden.
Biliyor musunuz? Ben; eğer hala yaşam devam ediyorsa, o yittiğini sandığımız iyiliklerin, güzelliklerin varlığı ile devam ettiğine inanıyorum. Bu inanç ile yaşıyorum. Muhtemelen sizi yaşatan her ne ise o, hayatınızın anlamını da içinde barındırıyordur. Var olmak sadece yaşıyor olmak demek değildir. Beden yaşarken ruh yaşamıyorsa bir varoluştan söz etmek mümkün olmadığı gibi beden yaşamazken ruhun yaşıyor olması da bir yok oluş değildir bu minvalde.
Ve der ki Bizim Yûnus: “Ten fânidir, can ölmez, gidenler geri gelmez / Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.”
Şimdi yazımı bitirirken sevgili okur; sorumu bırakarak ayrılmak isterim; senin hayatının anlamı ne, nedir seni var eden?
Fazilet Bektaş
Psikolog