Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

KÜLTÜREL EKOLOJİMİZİ YOK SAYAN EBEVEYN SUÇLAYICILIĞI – Psikolektif’ten – Sayı – 10

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

Bugünkü veriler, yaşamımızın ilk yıllarında öğrendiklerimizin daha sonraki yıllarda öğreneceklerimizin tümünden çok daha fazla olduğunu ve ilk yıllarda daha hızlı öğrendiğimizi gösteriyor. Dolayısıyla, bulgular yaşamın ilk birkaç yılının hayatın temelini inşa etmek olduğuna işaret etmektedir. Dahası erken çocukluk gelişimi destekleme programlarının ve uygulamalarının uzun dönemde çocuk toplum ilişkisi için devasa olumlu etkilerinin olduğunu gösteren kanıtlar günden güne artmaktadır.


 

Beyin Gelişimi ve Erken Çocukluk Deneyimleri

Beynin mimarisi, doğumdan önce başlayan, yetişkinliğe kadar süren ve tüm sağlık, öğrenme ve davranış için sağlam yahut kırılgan bir temel oluşturan bir süreçle inşa edilir. Genlerin ve deneyimlerin etkileşimi, gelişmekte olan beynin devrelerini kelimenin tam anlamıyla şekillendirir ve özellikle erken çocukluk yıllarında yetişkin-çocuk ilişkilerinin karşılıklı tepkiselliğinden kritik biçimde etkilenir. Çocukların güvenlik duygusu, dünyaya olan güveni, başkalarıyla olan ilişkileri ve hepsinden önemlisi, özgün duygularıyla bağlantıları, uyumlu stressiz ve duygusal açıdan güvenilir bakıcıların sürekli mevcudiyetine bağlıdır. Söz konusu kişiler ne kadar stresli olur veya dikkatleri dağılırsa, çocuğun zihninin duygusal mimarisi o kadar sallantılı olacaktır.

Çocuk bakımı, eğitim ve aile hayatı da dahil olmak üzere günlük yaşamın hemen hemen her alanında zihni oluşturan duygusal deneyimlerin önemi giderek daha fazla göz ardı ediliyor. Hepimiz yaşlanıyoruz ama hepimiz büyümüyoruz. O halde bir çocuğu gerçekten büyütmek o çocuğu bir insan olarak tam potansiyeline ulaştırmak demektir. Öyleyse, modern kültürümüzde neden bu hedefi müzmin bir şekilde ıskalıyoruz? Problem, gelişmekte olan çocuğun ihtiyaçlarının kavranamamasıyla başlıyor.


 

Ebeveynliğin Zorlukları ve Toplumsal Baskılar

Ebeveynlerin çocuklarının yaşamlarında inanılmaz derecede önemli olduğunu biliyoruz ve çocukla ilgili yaşanan sorunların ebeveynlerden bağımsız olmadığını da biliyoruz. Son yıllarda ebeveynlikle ilgili sosyal bilimciler tarafından geliştirilen öneriler sayesinde çocukların asıl ihtiyaçlarında ortak bir dil oluşturulabildiğini görüyoruz. Peki bu dili kim duyuyor, ebeveynler mi, aile büyükleri mi, okullar mı, uzmanlar mı, kurumlar mı? En çok uzmanlar ve ebeveynler duyuyor. Çocuğunu en güzel şekilde büyütmek isteyen ebeveynler genellikle ne yapılması gerektiğini bilişsel anlamda öğrendiler fakat davranışsal olarak uygulayamıyorlar. Çünkü gerçek şu ki, ebeveynler çocuklarını toplumdan bağımsız yetiştirmiyorlar. Kültürel ekolojimiz uyumlu, mevcut, duyarlı, bağlantılı ebeveynliği desteklemiyor. Bugünlerde ebeveynler üzerindeki giderek daha dayanılmaz hale gelen ekonomik, sosyal baskılar ve toplumun erozyona uğramasıyla devam ediyor.

İnsanları iyi yapan ya da yapmayan şeylerin çoğu kendi içlerinden değil, içinde bulundukları koşullardan geliyor. Bu durum, sosyal adalet ve bireylerin ötesine geçen daha büyük konular hakkında çok daha fazla düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Uzmanlar olarak ebeveynleri suçlamayı bir kenara bırakmalı ve çocukları sosyal açıdan toksik bir ortamda yetiştirmenin zorluğuna daha yakından bakmalıyız ve bu şekilde ebeveynlerle kurduğumuz empatiye dayalı iletişim ancak çocuklara daha faydalı olmamızı sağlayabilir.


 

Mevcut Sistem ve Çocukların İhtiyaçları

Toplumun ve bir çalışan olarak sistemin ihtiyacını karşılamak zorunda bırakılan ebeveynler bu sürece anne karnında olan bebeklere iletilen stresle, ebeveynlik içgüdüsünün zayıflamasıyla ve çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarının inkâr edilmesiyle başlamak zorunda kalıyorlar. Tüm gelişim kuramlarını yok sayan 5 gün babalık izni ve 20 haftalık annelik izni bize tam olarak neyi söylüyor ve hangi mesajı veriyor? Freud’un, Erikson’un ve Bowbly’nin kuramının öğretileri doğrultusunda 3 aylık bebeğini aile büyüğüne, bir yakınına ya da bir bakıcıya teslim etmek zorunda kalan annelere ne söyleyebiliriz ya da orada kurulamayan güvenli bağlanmanın sonucunda büyüyen nesillere ne söyleyebiliriz? Giderek artan özel okullaşma oranında kısıtlı teneffüs vakitlerinde oyun ihtiyacını karşılamaya çalışan, sabahları gece karanlığında okula gitmek zorunda bırakılan öğrencilere, bütün gününü uslu bir çocuk olarak rahatsız sıralarda geçirmek zorunda kalan çocukların ihtiyaçlarını karşılamaya nereden başlamalıyız? Yine aynı cevaba geri dönüyoruz: Kültürel ekolojimiz uyumlu, mevcut, duyarlı, bağlantılı ebeveynliği desteklemiyor. Desteklediği şeyin ne olduğu da apaçık ortada.

Uzmanlar ve ebeveynler bireyi güçlendirme ve zararı minimuma indirme noktasında kontrol edebilecekleri alanda ellerinden geleni yapma konusunda birlikte çalışabilirler ama gözümüzün önünde duran küresel gerçek konusunda hak savunuculuğu yapmak zorundayız.

Şafak ATAY

Uzman Psikolojik Danışman