Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

SONSUZ BİR DÖNGÜNÜN İÇİNDE SAVAŞIN ÇOCUKLARI – Psikolektif’ten – Sayı – 12

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

“Kadınlar, çocuklar hayattan göçermiş;

Yani derinden, derinden…”

20. yüzyılın sonunda doğan ve 21. yüzyılın içinde yaşam sürmeye çalışan bir fani olarak küçüklüğümden bu yana insanların kavga eğilimleri, şiddet potansiyelleri ve kızgınlıklarının kaynakları merakımın konusuydu. Kısa bir ekmek kuyruğundan ATM sıralarına, pazar alışverişlerinden aile içi konuşmalara yansıyan birçok çatışma, sanki söyleyemediklerimizin bir tezahürüydü. Çocuk aklımdan bugünkü yetişkin halime insanların neyi bölüşemediklerini, bir insana zarar vermenin, bir çiçeği koparmanın ya da bir hayvana acıyla dokunmanın nasıl mümkün olabileceğini sorguladım durdum. Kısa bir zamana kadar kontrol edilemez hale gelen ve toplumun tüm kesimlerini saran öfke duygusunun ülkemiz içinde yaşanan politik ve iktisadi sıkıntıların bir yansıması olduğunu, insanların tahammüllerinin azalmasının normal olduğunu, dış dünyada farklı hayatların yaşandığını düşündüm. Dolayısıyla, insan soyunun belirli bir güç potansiyeliyle dünyaya geldiğini, yaşadığım küçük dünyanın aslında evrenin minik bir izdüşümü olduğunu, tartışmaların hayatın olağan akışında bulunduğunu kabul etmem zamanımı aldı. Tüm bu hususlar, bilinç dünyam ve duygu dünyam arasındaki uyumu artırarak olanları mantık zeminime oturttuysa da günün sonunda insanlığı saran korkunç bir gerçekle yüzleştim: Savaş.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana var olduğu bilinen; zamanla değişebilen, teknik ve pratik bakımından farklılaşabilen savaş; ilk çağ toplumlarından imparatorluklara, devletlerin doğuşundan günümüz dünyasına uzanan doğal bir gerçekliktir. Kimi zaman toprak bütünlüğünü korumayı, kimi zaman değerleri yeniden yaratmayı, kimi zamansa varlık ve ünü artırmayı misyon edinen savaş, zamanla insanların ve toplulukların kendini ifade aracı olarak nitelendirilmiştir (Eker, 2015). Bugün gelinen noktada, zamanın belki de en karışık ve süreğen olgusu olan savaşın ne’liği, gerekçeleri ve kapsamı hususunda tam bir fikir birliğine ulaşılmış değildir (Aslan, 2008). Ancak savaş hakkında en acı ve temelde herkesçe kabul görmesi gereken husus, politik çatışmaların milyonlarca çocuğu kurbanı haline getirdiğidir.


Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1. maddesi uyarınca, daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan “çocuk” olarak nitelendirilmektedir. Aynı sözleşmenin 27. maddesinde “her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat seviyesine sahip olma hakkı” olduğu vurgulanırken 37. maddesinde “hiçbir çocuğun, işkence veya diğer zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye maruz bırakılamayacağı” aktarılmaktadır (BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, 1989). Gelgelelim taraf devletler, sözleşmenin yükümlülüklerini yerine getirmek şöyle dursun, insanlık dışı faaliyetlerinde doğrudan çocukları hedef almaktadır. Örneğin Gazze’deki sağlık otoriteleri, 7 Ekim tarihinden bu yana geçen zaman diliminde yaklaşık 15 bin çocuğun silahlı çatışmalarda ve bomba saldırılarında hayatını kaybettiğini açıklamış; bu oran son 4 yılda dünya genelinde savaşlarda öldürülen çocuk sayısının 0.3 katı olarak hesaplanmıştır.

Savaşların, çocukların biyo-psiko-sosyal gelişimleri üzerinde birçok olumsuz etkisi bulunmaktadır. Ayrıca oluşumlarına bakıldığında yetişkinler tarafından başlatıldığından ve yıkıcı sonuçları açısından savaşlar, çocuk ihmal ve istismarı kapsamında da tartışma alanıdır. Savaşlarda yaşamını yitiren çocukların, temel hakları olan yaşam hakları ellerinden alınırken; bir şekilde hayatta kalanlar ise açlık ve susuzluk, ebeveyn kaybı, kontrol altında tutulma, korku, göç, şiddet gibi olumsuzluklara maruz kalır (Karakoç, 2022). Dolayısıyla, savaş ve çatışmalarla mücadele edilmesi ve çocukların hayata hazırlanabilmesi, tüm insanlığın sorumluluğu altındadır. Bu nedenle, başta devletlerin ve ulusal/uluslararası kurumların oluşturduğu çocuk koruma politikalarının kapsayıcı, sürdürülebilir ve koruyucu/önleyici olması önem taşır. Bu bakış açısıyla çocukların insan onuruna yaraşır bir biçimde sağlıklı ve mutlu bir hayat sürebilmesi için çocuğun fiziksel, zihinsel ve psiko-sosyal tüm gelişim alanlarının multidisipliner bir yaklaşımla desteklenmesi ve çatışmalardan mutlak surette korunmaları sağlanmalıdır.

Münire AKYÜZ

Sosyal Hizmet Uzmanı