Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Arş. Gör. Dr. Aslıhan Burcu Öztürk Röportajı – Psikolektif Dergisi – Sayı – 12

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 6 Dakikadır.

Psikolektif: Hocam, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümünde araştırma görevlisi olduğunuzu biliyoruz. Bunun dışında Psikolektif Dergisi okuyucularına kendinizle ilgili ne söylemek istersiniz? Kendinizi biraz tanıtabilir misiniz?

Yanıt: 2002 yılında ODTÜ Sosyoloji Bölümünden mezun oldum. Sonrasında toplumla çalışma alanına yöneldim. 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümünde yüksek lisansa başladım. O tarihten bu yana aynı bölümde çalışmaya devam ediyorum. Ağırlıklı olarak kadına yönelik şiddet ve çocuk refahı alanında çalışıyorum. 2009-2016 yılları arasında kadına yönelik aile içi şiddet konularında Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği projelerinde çeşitli rollerde görev aldım. 2018-2020 yılları arasında uluslararası kuruluşların düzenlediği mültecilere yönelik eğitim odaklı bir proje ile çocuk evliliklerini önleme konulu başka bir projede eğitimci olarak çalıştım.


 

Çocuk ve Kadın Çalışmalarına Geçiş

Psikolektif: Çocuk ile çalışmaktan kadın ile çalışmaya geçerken sizi tetikleyen bir şey oldu mu?

Yanıt: Çocuk yoksulluğu ile ilgili yüksek lisans tezim için annelerle yaptığım görüşmeler sırasında kadına yönelik şiddetin, yoksulluk nedeniyle daha ağır biçimlerle yaşandığını gözlemledim. Ayrıca yüksek lisansa başlamadan önce de çalıştığım kadınlara yönelik üreme sağlığı odaklı proje ile kadın çalışmalarına başlamıştım. Bu deneyimler, beni kadına yönelik şiddet konusunda çalışmaya yönlendirdi.


 

Bilimsel ve Gönüllü Çalışmalar

Psikolektif: Kadına yönelik şiddet, erkeklik ve şiddet, şiddet uygulayan erkeklerle çalışma ve çocuk refahı konularında bilimsel çalışmalarınızın bulunduğunu bununla beraber bazı STK’lar ve kamu kuruluşlarında gönüllü çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Bu çalışmalardan söz edebilir misiniz?

Yanıt: Kadın Dayanışma Vakfı’nda gönüllü olarak daha doğrusu stajyer olarak başladığım serüvenim, şu an yönetici kurulu üyeliği ile devam ediyor.

Kadına şiddet uygulayan erkeklerle ilgili doktora tezim kapsamında, İngiltere’de şiddet uygulayan erkeklere yönelik grup çalışmalarını iki ay boyunca inceleme fırsatım oldu. O dönem Türkiye’de bununla ilişkili hiçbir çalışma yoktu, ancak 2014 yılında Ankara Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İl Müdürlüğüne bağlı Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi’nde şiddet uygulayan erkeklerle öfke kontrol grubu başlığı ile düzenlenen grup çalışmaları başlatıldı. Bu çalışmaların yapılanmasında katkım oldu. Toplam yedi hafta süren grup çalışmalarında kolaylaştırıcı rolü üstlendim.


 

Şiddet Uygulayan Erkeklerle Çalışma ve Duygusal Regülasyon

Psikolektif: Kadınların hikayesini dinledikten sonra erkeklerin rehabilitasyon sürecine katılınca duygularınızı regüle etmeniz zor oldu mu?

Yanıt: Kesinlikle ciddi bir duygusal hazırlık süreci gerektirdi. Ben doktora tezimin araştırmasını, cezaevlerinde kadına yönelik şiddet nedeniyle tutuklu ve hükümlü olan erkeklerle yaptım büyük ölçüde. Öfkelenirim, o sırada duygularıma hakim olamam diye korktum ama sadece erkeklerin kendilerini bana olabildiği kadar samimi şekilde anlatmalarını kolaylaştırmaya odaklandım. Bu sayede, olabildiği kadar duygularımı sürecin dışında tutarak sadece onları ve yaşadıkları şeyleri anlamaya yöneldim. Bireysel olarak şiddet uygulayan bir erkeğe yöneltilen öfkenin hiçbir anlamı olmadığını anladığım da bir deneyim. O yüzden erkeklere bakışımı da olgunlaştırdığını ve şiddeti toplumsal bağlamlarıyla daha iyi anlayıp analiz etmemi sağladığını söyleyebilirim.

Psikolektif: Hatta kitabınızda bahsetmişsiniz size asistanlık yapan bir erkek öğrenciniz ile çalışmanızı yürütmüşsünüz. Biraz bundan bahsedebilir misiniz?

Yanıt: Evet, bir erkek işlediği çok vahşi bir cinayeti soğukkanlılıkla anlatıyordu. Ben onu anlamaya ve onun daha fazla anlatmasına odaklanmışım ki, büyük ölçüde sakin bir şekilde dinleyip not almaya devam ediyordum ama yanımda olan erkek arkadaş, o sırada dayanamayıp bıraktı not almayı, duygusal tepkiler gösterdi. Bir şekilde, duygusal hazırlığı iyi yapmışım diye düşünüyorum.


 

Şiddet, Ataerkillik ve Güç İlişkisi

Psikolektif: Kitabınızda genel olarak şiddeti “erkek egemenliğinin tahtının sallanması” ile ilişkilendirmişsiniz. Kitapta konuyla ilgili detaylı açıklamalar olsa da sizin ağır basan fikrinizi sormak isterim.

Yanıt: Modern zamanlarda yaşandığı haliyle erkek şiddeti, büyük ölçüde geleneksel ataerkilliğin sarsılması ile bağlantılı. Ataerkilliğin tarihine baktığımızda, tarım toplumu ile birlikte toplumsal bir yapılanmaya dönüştüğü biliniyor. Yani en az yaklaşık 10 bin yıllık bir yapı, sanayi devrimiyle birlikte çözülmeye başlıyor, sanayi sonrası dönemde çözülme hızı artıyor. Bu gelişmenin, kadın üzerindeki tartışılmaz erkek egemenliğinin sarsılarak erkeklerde tepkiye neden olduğunu, güç kaybının endişenin ötesinde şiddet olarak da yansıdığını görüyoruz.

Şiddet hem güçsüzlük göstergesi hem güç gösterisi… Nietzsche’nin dediği gibi “Bu dünya, güç isteminden başka bir şey değildir.” Erkeği kuşatan ve üzerinde baskı oluşturan güç iddiası, güçsüzlük acısını da beraberinde getiriyor. Çocukluktan itibaren erkekler hem kadınlar hem de kendilerinden daha alt konumda olanlar başta olmak üzere diğer erkekler üzerinde iktidar kurmak ve bunun için gerektiğinde şiddet kullanmak üzere sosyalleşiyorlar. Ancak, Serpil Sancar hocamızın da dediği gibi, erkeklik imkansız bir iktidar. Kadınların eğitim ve çalışma yaşamında elde ettikleri kazanımlarla birlikte güçlenmeleri, özgürlük için mücadele etmeleri, özellikle bu toplumsal değişime direnen erkeklerde, iktidarlarını şiddetle kurma çabasına neden olabiliyor.

Psikolektif: “Şiddetin sıradanlaştığı bir toplumda, erkeği patolojikleştirmek, şiddeti toplumsal bütünselliği içinde görmeyi zorlaştırıyor ve şiddetin sonlandırılmasına yönelik çalışmaları çıkmaza sokuyor” diye, çok anlamlı bir cümleye rastlamıştım kitabınızda. Siz, şiddete yönelik çalışmaları da yakından gözlemleyen biri olarak biraz bu çıkmazlardan bahsedebilir misiniz?

Yanıt: Şiddet, toplumsal bir kurgu; ailede, okulda, sokakta, medyada, askerlikte ve iş yaşamında öğreniliyor. Hem bu toplumsal kurum ve yaşam alanlarında şiddete maruz kalarak hem de şiddetin sorun çözmek ve güç kazanmak amacıyla uygulanarak… Yaygınlaşan yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlikle şiddeti artan kapitalizm de erkekleri şiddeti içselleştirmeye yöneltiyor. Dolayısıyla patolojik olanın şiddet içeren ve şiddeti normalleştiren toplumsal sistem olduğunu söyleyebiliriz. Erkekliği, bu sistemin dışında yapılandırabilmek, cinsiyet eşitliği başta olmak üzere adaleti ve eşitliği içeren bir toplumsal sistem içinde mümkün olabilir ancak…


 

Hegemonik Erkeklik ve Medyanın Rolü

Psikolektif: Hegemonik erkeklik, ataerkilliğin kuruluşundan bu yana vardı. Günümüzdeki hegemonik erkekliğe dair neler söylemek istersiniz?

Yanıt: Erkekliği güç ve iktidar odağında tanımlayan, erkek egemenliğinin kurulmasına destek olan hegemonik erkeklik ideali, katı geleneksel erkeklik ile maço olarak tanımlanabilecek erkeklik kurgularından daha modern erkeklik kurgularına doğru bir dönüşüm içerisinde. Örneğin, eğitim ve refah düzeyi yüksek, iş yaşamında üst konumlarda yer alan, “karizmatik”, kaba bir erkek modeli çizmeyen, sosyal ilişki ağları güçlü, spor yapan, modern görünümlü bir erkeklik revaçta olabiliyor. Farklı erkeklik kurgularının hegemonik olması, her koşulda kadınlar ve diğer erkekler üzerinde iktidar kurmalarıyla bağlantılı.

Psikolektif: Medyada şiddeti meşrulaştıran erkeklik imajı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Yanıt: Maalesef şiddeti meşrulaştırmanın ötesinde, öğreten ve özendiren rol modeller, erkekleri de kadınları da olumsuz yönde etkiliyor. Her tür şiddeti kullanabilen güçlü, onurlu, başarılı, yakışıklı ya da zengin erkek kurgularının, medya aracılığıyla popüler hale gelmesi, kadınların ve eşcinsel erkeklerin seçimlerini etkileyerek, şiddete açık hale gelmelerine neden oluyor…


 

Güç Tanımının Dönüşümü ve Erkeklik Gölgesi

Psikolektif: Erkeklere güçlü olunması yönünde yapılan baskıdan kitapta sıkça bahsedilmiş. Bununla beraber sanki artık toplumda erkek, kadın, çocuk herkes güçlü olmak zorunda ve buradaki ‘güç’ tanımı, ötekini hiçe saymayı kendine hak gören bir hırstan besleniyor. Çözümü, cinsiyet kalıplarına dair tanımları değiştirirken bir o kadar da ‘güç’ tanımını değiştirmekte bulabilir miyiz?

Yanıt: Güç, başkaları üzerinde iktidar kurmak anlamına gelmiyor. Güçlü olmak; gerçekçi bir değerlendirmeyle kendine güvenmek, kendi varoluşunu gerçekleştirebilmek, yaşamının kontrolünü elinde tutabilmek, özgürlük ve sorumluluk arasında denge kurabilmek, yeteneklerini, zamanını, kaynaklarını uygun şekilde yönetebilmek, hakkını savunabilmek, kendinle yüzleşebilmek, güçlü yönleri olduğu kadar güçlenmeye açık yönleri kabul edebilmek, zorluklar karşısında dirençli olabilmek ve olumlu bir tutumla yaşama devam edebilmek demek. Bunları diğer insanların da başarabilmesi için destek olabilmek… İktidarı kabul edilmiş kimliklere sarılmak yerine güçsüzleştirilmiş olanlarla dayanışabilmek… Gücü, bu şekilde tanımladığımızda insanın kendisiyle kurduğu ilişki de başkalarıyla kurduğu ilişki de farklı anlamlar kazanıyor.

Psikolektif: Kitabın tamamına bakılırsa ‘erkeklik’, erkekleri de aşıp toplumun üzerinde dolaşan bir ‘gölge’. Bu gölge tanımlamasından ne anlamalıyız?

Yanıt: Tayfun Atay hocamızın etkileyici bir yazısının başlığı bu; “Erkeklik, en çok erkeği ezer.” Toplumsal ve ekonomik olarak güçlü, dayanıklı, cesur, başkaları üzerinde iktidar kuran, şiddet bilgisine sahip ve gerektiğinde şiddet kullanan erkeklik kurgusunun dayatılması baskı içeriyor ve içselleştirilmeye çalışılması süreci de oldukça zorlu olabiliyor. Özellikle bu beklentilerin, erkeğin karakteriyle, toplumsal ve ekonomik olanaklarıyla uyuşmadığı durumlarda yaşanan çatışma bir tür şiddet biçimi olarak da okunabilir.


 

Şiddet Uygulayan Erkeklere Yönelik Sağaltım Çalışmaları

Psikolektif: Kitabınızın sonunda şiddet uygulayan erkeklere yönelik sağaltım çalışmalarına yer verirken “erkekliğin erkeklerde yarattığı bunalımı anlamak” ekseninde satır araları görüyoruz. Önerilen sağaltım çalışmaları ve toplumsal farkındalığa ilişkin öğretiler, tam olarak neyi hedeflemektedir/neyi içermektedir? Biraz bahsedebilir misiniz?

Yanıt: Şiddet uygulayan erkeklere yönelik sağaltım çalışmaları, kadına yönelik şiddeti önlemede oldukça etkili olabilen çalışmalar. Şiddet içerikli ve eşitsizliğe dayanan erkeklik kurgusunun hem bireysel hem de toplumsal düzeyde dönüşümü açısından da yaygınlaştırılması önem taşıyor. Farklı yaklaşımlara sahip çalışmalar olsa da özellikle Duluth Modeli adı verilen, şiddeti eşitsiz güç ilişkileri bağlamında ele alan, aynı zamanda bilişsel-davranışçı terapi temelinde şiddetsiz ilişki biçimlerini de öğreten psiko-eğitimsel çalışma ön plana çıkıyor. İngiltere’de bu modeli kullanan kuruluşlarda gözlem yapma olanağı buldum, doktora tezim için. Çoğunlukla mahkeme kararı ile dokuz ay boyunca süren grup çalışmalarına katılan erkeklerin, şiddet uyguladıkları kadınlarla da izleme çalışması yapılarak çalışmanın etkinliği anlaşılmaya çalışılıyor. Çalışmaya katılan erkeklerin üçte birinin şiddeti bıraktığı, üçte birinin ise fiziksel şiddeti bıraktığını biliyoruz.

Avrupa ülkeleri, ABD ve Kanada’da yaygın şekilde sivil toplum kuruluşları, denetimli serbestlik merkezleri ve sosyal hizmetler tarafından uygulanmakta olan çalışmanın Türkiye’de de uygulanması önemli bir gereksinim. Öfke kontrolü çalışması olarak Denetimli Serbestlik Müdürlüklerinde ve yalnızca Ankara ŞÖNİM’de uygulanan sekiz haftalık çalışmanın yaygınlaşması ve özellikle hakkında evden uzaklaştırma tedbir kararı bulunan erkeklere verilmesi gerekiyor.

Psikolektif: Sizce mizacı geleneksel erkeklik kalıbının dayattığı sert ve otoriter imaj ile daha çok uyuşan erkekler mi, yoksa daha az uyuşan erkekler mi şiddete daha çok meyilli? Sizin gözleminizi merak ediyorum.

Yanıt: Hayır, sert ya da yumuşak erkeklik biçimleriyle şiddetin bir ilgisi yok. Araştırma sırasında gayet mülayim, ılımlı görünümlü olup, güç iddiası olduğu görülmeyen ancak soğukkanlılıkla vahşi şekilde cinayet işlemiş erkeklere de rastladım. Gözlemlediklerim arasında tabi ki maço denilebilecek erkeklik tarzlarına sahip olanlar da vardı, ancak azınlıktalardı.

Şiddet uygulamanın yanlış olduğunu düşündüğü halde, pişmanlık duyarak şiddet uygulayanlar ile özellikle çocukluk döneminde aile içi şiddete şahit olmuş ya da şiddete maruz kalmış olmayla şiddet mağduru olmuş erkeklerin hikayeleri, erkeklere yönelik danışmanlık ve sağaltım çalışmalarının da önemini ortaya koyuyor.


 

Ruh Sağlığı Alanında İş Birliği ve Gelecek Umudu

Psikolektif: Sizce ruh sağlığı alanında şiddet konusunda birey ve toplum bazında yapılan çalışmalarda ruh sağlığı uzmanlarının bir ekip ruhuyla çalışmasının, iş birliğinin önemi nedir? Buna dair önerileriniz var mı?

Yanıt: Kadına yönelik şiddeti önleme, eğitim sisteminden sağlık sistemine, ekonomiden sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemine kadar çok boyutlu çalışmayı gerektiriyor. Karmaşık bir varlık olan insanın hem bilinçdışı süreçlerini hem de toplumsal sistemlerle bağlantısını bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmek ve uygulamaları bunun üzerine şekillendirmek gerektiriyor. Bu nedenle ruh sağlığı uzmanlarının sosyal hizmet uzmanları ile birlikte çalışmasının koşullarını güçlendirmemiz büyük bir öneme sahip.

Psikolektif: Dergimiz adına size teşekkür ediyorum. Şiddetin olmadığı, barış dolu bir dünyada yaşamak için gösterdiğiniz çabaya bir kadın olarak müteşekkirim.

Röportaj: Sena Kübra ÇATALOĞLU

Psikolojik Danışman / Klinik Psikolog