Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Erkekler Ağlamaz, Sil Göz Yaşını! – Psikolektif Dergisi – Sayı – 12

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 4 Dakikadır.

Erkeğin özgürlüğü, erkin her türünü sorgulayarak başlar. Erkin her türlü uygulamasından feragat edebildiği ölçüde özgürleşir, erkek. / Türker, 2004.

“Erkek adam ağlamaz! Erkek gibi davran! Erkek adam duygularını belli etmez! Adam gibi adam ol! Erkek dediğin ailesini tek başına geçindirir! Koca adam olmuşsun böcekten mi korkuyorsun?..” ve daha nicesi günlük hayatta sıklıkla karşılaşabileceğimiz cümleler. Peki “Erkek adam ağlamaz, gözündeki yaşı sil.” dememize ve erkekliğe dair beklentilerimizi bu şekilde geliştirmemize neler sebep olmaktadır?

Bireyler, kimliklerini bulundukları toplum içinde inşa ederler ve oluşturdukları kimlik sayesinde toplumda var olmaya başlarlar. Kimlik inşa süreci, bireyin doğduğu andan itibaren başlar ve birey sosyalleşmesiyle inşa sürecini geliştirir. Bu inşa sürecinde kişi; bulunduğu grubun ya da kültürün kurallarını öğrenmeye başlar, kendisini ve başkalarını bu ortamların içinde tanımlar (Barutçu, 2013). Bu bağlamda “erkek olmaya” dair geliştirilen argümanlar, kişinin içinde bulunduğu toplumun kültürel aktarımları ve geleneksel cinsiyet rolleri ile doğrudan alakalıdır.

Biyolojik olarak erkek olmanın, bireylere erkekliği doğrudan öğrettiğini ya da bahşettiğini söylemek mümkün değildir. Erkekliğin tanımı ve algısı, toplumlara göre değişebilmekte, özellikle geleneksel cinsiyet rolleri ve kültürel değerler erkeklik olgusunu şekillendirmektedir. Erkeklik olgusu, toplumlara göre değişkenlik taşımakta ve zaman içinde değişim gösterebilmektedir. Buna karşın her toplumda egemen bir erkeklik olgusu var olmakta ve erkek bireyler bu olguya göre hayatlarını şekillendirmektedir. Ayrıca toplumdaki egemen erkeklik olgusu, toplumun mevcut ataerkil yapısı ile doğrudan ilişki içindedir (Barutçu, 2013). Tüm bunlar doğrultusunda bir erkeklik stereotipi oluşturulmakta ve erkeklerden, “erkekliklerinin” kabul görmesi için oluşturulan bu normlara uygun hal, tutum ve davranış sergilemeleri beklenmektedir.


 

Erkekliğin Toplumsal İnşası ve Dayatılan Roller

Ataerkil toplumca biçimlendirilmiş erkek, toplumun erkeklik yargılarını taşıma ve sürdürme görevini üstlenmek zorunda kalmaktadır. Çünkü toplum, genel inanç ve değerler üzerinden yarattığı cinsiyet rollerinin hem erkekler hem de kadınlar tarafından eksiksiz biçimde yerine getirilmesini beklemektedir. Beklentilerle uyuşmayan tutum ve davranışların hemen düzeltilmesi gerektiği ortaya konur ve ne kadar erken müdahale edilirse o kadar başarılı bir sonuca ulaşılacağı öne sürülür. Bu sürecin içinde kız çocukları “kadın olmanın”, oğlan çocukları ise “erkek olmanın” anlamlarını ve gerekliliklerini gerek gözlemleyerek gerekse deneyimleyerek öğrenmektedirler. Oğlan çocukları, kendileri için avantajlı görülen ataerkil düzenin sorunlu süreçlerine tanık olmakta ve bu süreç içinde “erkekliği” öğrenip uygulamaya devam etmektedir. Bu süreç içinde bireylerin bir dizi rol ve sorumlulukları vardır, bununla birlikte “erkekliklerini” kanıtlamaya dayalı birçok dönüm noktası onları beklemektedir (Çelik, 2016).

“‘Eril dili’ öğrenme, ‘kadınsı’ olarak nitelendirilen tutum ve davranışlarda bulunmama, (bazı kültürler için) sünnet olma, ilk cinsel deneyim, erkekliğin tanımlandığı kimi alanlarda bulunma (örneğin zorunlu askerlik görevini yerine getirme, en az bir spor dalıyla yakından ilgilenme ve bu sporu icra etme, düzenli bir işte çalışma gibi), her daim güçlü ve kontrol sahibi olarak diğerlerinin (annesi, babası, kardeşi, eşi kısacası bakmakla yükümlü olduğunu düşündüğü ve toplumca buna inandırılan herkesin) sorumluluklarını alma, gücü ve cesareti sergileme yönünde her türlü girişimde bulunma bu dönüm noktalarından bazılarıdır. Her bir dönüm noktası için tanımlanan ‘daha çok nasıl erkek olunur’a dair unsurlar, zemini ve sınırları belirsiz bir dizi sorumluluğu da beraberinde getirir. Bu zorlayıcı ve hiç bitmeyen beklenti ve denetim mekanizması içinde erkek, kendi duygularını ve benliğini bir kenara iterek yapılandırılmış ve biçimlendirilmiş bir varlığa dönüşme sürecinde hem kendine hem de çevresine birçok açıdan saldırganca ve şiddet içerikli davranışlarda bulunabilir.” (Çelik, 2016, s. 2).

Bu bağlamda egemen erkekliğin inşa edildiği bu süreç; oğlan çocukları ve erkek bireyler için tüm beklentileri, zorunlulukları ve denetim mekanizmaları ile birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Biyolojik cinsiyetten bağımsız olarak yaratılan bu “erkeklik inşası” özgür bir birey olarak var olmanın imkânsız hale getirilmesine sebep olmakta, bireyin kim olacağına, nasıl davranacağına, neleri yapıp neleri yapamayacağına dair birçok zorunluluğu beraberinde getirmektedir.


 

Erkeklik Rollerinin Stres ve Travmaya Yol Açması

Erkeklik ve erkekliğe bağlı rollerin getirdiği zorunluluklar, oldukça stresli durumları da beraberinde getirmektedir. Erkekler bulundukları toplum içerisinde daimî olarak erkekliklerini kanıtlamaya zorunlu bırakılmaktadır. Özellikle kişisel ilişkilerin kurulduğu alanlarda erkek bireylerden belirli bir sertliği ve katılığı taşımaları beklenmektedir. Bu sertliği ve katılığı koruyamadıklarında “erkekliklerinden şüphe edilmekte” ve bu durum ataerkil sistem ve toplumdaki konum açısından yıkıcı bir etkiyi beraberinde getirmektedir. Örneğin; erkekten duygusal ve fiziksel acıya katlanabilmesi ya da tüm yaşamı boyunca bulunduğu alan içinde belli bir otoriteyi kurması ve devam ettirmesi beklenilmektedir. Erkeklerin, erkekliğini “kurma” ve “kanıtlama” sürecinde yaşamaya mecbur kaldığı birçok durum, aynı zamanda bireyler için birçok zorluğu da barındırmaktadır. Tüm bu süreçler birtakım ataerkil ideallerle donatılmıştır. Yaşamlarını devam ettirmek, çoğunlukla “erkekliklerini sürdürme” ile ilişki halindedir. Hem bu sürecin kendisi hem de sürecin içerisindeki ideali başaramama durumu çeşitli travmalara da sebebiyet vermekte, yaşamsal stresi de beraberinde getirmektedir (Demren, 2003).

Mevcut ataerkil sistem ve geleneksel cinsiyet kalıpları doğrultusunda şekillenen erkeklik olgusunun, erkekleri birçok mecburiyetin ve açmazın içine soktuğu görülmektedir. Sert olması beklenen erkek duygularını belli edemez hale gelebilmekte, otoritesini kurması beklenen erkek bunu istemediğinde erkekliği sorgulanabilmekte, kimlik inşasını beklenen rollere göre geliştirmek istemeyen erkek dışlanmaya ve eleştirilmeye mahkûm bırakılabilmektedir. Bu bağlamda yaratılan erkeklik olgusu, erkek bireyler için her ne kadar iktidar ve güç sahibi olmayı vaat etse de kimliklerini özgürce inşa etmelerine ket vurmakta, eşitsizliğin bir parçası haline gelmelerine sebep olmaktadır.


 

Sonuç: Erkeklik Stereotipinden Kurtuluş

Tüm bunlar doğrultusunda erkeklerin bütün bu yaşam pratikleri içinde, onlara dayatılan bu imkânsız erkeklik rollerinden ötürü aslında bir kaybedene dönüştüklerini söylemek mümkündür. Çünkü erkekler her ne kadar beklenilen erkekliğe dayalı tutum ve davranış geliştirseler de her an kendilerini; “kadınsı özellikler sergilemeleri”, “yeterince erkek olamamaları” ya da “kendi özgür tercihlerini oluşturamamaları, özgür tutum ve davranışlar sergileyememeleri” sebebi ile bir açmazın içinde bulabilmektedirler. Erkeklik aşamalarının her birini bir şiddet deneyimi olarak yaşayabilmekte, verdikleri varoluş mücadelesinde erkeklik çemberinde sıkışıp, yok olabilmektedirler. “Erkek olmak” adına kendilerine ait duyguları, davranışları, tutum ve isteklerini, hatta benliklerini bir kenara bırakmak zorunda kalarak gerek kendilerine karşı gerekse çevrelerine karşı bir yıkım süreci içerisine girebilmektedirler (Çelik, 2016).

Var edilen bu erkeklik stereotipi ile içinde birçok sorunsalı barındıran “erkeklik inşa” sürecinin değişmesi, bireylerin eşitliğe ve özgürlüğe dayalı kimlikler geliştirebilmeleri için önem taşımaktadır. Bu doğrultuda bireylerin; toplumsal cinsiyet rollerini, ataerkil düzen içinde yaratılan erk ve iktidar ilişkilerini anlaması değişimin gerçekleşmesi için oldukça gerekli görülmektedir. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitsizliği erkekler için de büyük bir problem alanı oluşturmaktadır. Ancak “Erkekler ağlamaz, sil göz yaşını!” cümlesinin yerini “Her birey duygularını özgürce ifade edebilmelidir.” cümlesi aldığında tüm kimlikler için daha özgür ve eşit bir yarın yaratmak mümkündür.

Merve YÜKSEK

Psikolojik Danışman