
Erkeklik; bir biyolojik cinsiyet olarak erkeğin toplumsal yaşamda nasıl duyup, düşünüp, davranacağını belirleyen, ondan yalnızca cinsiyetinden ötürü beklenen rolleri ve tutumları içeren bir pratikler toplamıdır. Dolayısıyla insanlar “eril veya dişil cinsiyetlerle doğarlar,” ancak “bir kültürel bağlamda erkek ve kadın olurlar’’ denilebilir (Çağırkan, 2018; Kepekçi, 2012; Şanlı, 2019).
Erkeklerce hem yaratılan hem de sürdürülen, kadınlarca ise pekiştirilmesi yönünde çaba sarf edilen erkeklik, aslında tanımlanması güç bir kavram olarak da nitelendirilebilir. Erkeklik deyince erkeklerin davranışlarından mı, kimlik olarak kurulmuş erkeklikten mi, ilişkisel olarak temsil edilen erkeklikten mi bahsedildiği açık değildir. Sancar’a göre (2009), erkeklik konusunda sınırları çok net bir sınıflandırma yapmak mümkün değildir. Çünkü erkeklik kavramı, toplumdan topluma değişiklik göstermekle birlikte bir kültürden diğerine ve zaman içinde, hatta bir erkeğin hayatı boyunca bile değişmektedir (Çelik, 2016; Sancar 2009; Zeybekoğlu, 2009). Erkeklik kavramının değişebilir yapısından yola çıkarak bebeklikten babalığa kadar geçen süreçte erkek olmanın ne anlama geldiğinin incelenmesi, salt birey olarak erkeklerin değerlendirilmesinde objektif bir bakış açısı sağlayacaktır.
Başlangıçta bir ebeveyn olarak erkeklerin doğacak çocuğun cinsiyeti konusunda besledikleri umutlar genellikle erkek çocuk üzerine yoğunlaşmıştır. Erkekler için erkek çocuk; kendilerinin fiziksel devamlılıkları, erkeksilikleri ve muhtemel gelecek kuşakların da sembolü olarak düşlemlenmektedir. Yani erkek için erkek çocuk ölümsüzlüğün sembolüdür. Dolayısıyla daha doğmadan erkekler beklentiler ile karşılaşmaktadırlar (Okray, 2015).
Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında sıkça kadınların ve kız çocuklarının yapması veya yapmaması gerekenler dile getirilirken erkeklerin ve erkek çocukların da benzer sınırlanmalara maruz kaldıkları genellikle göz ardı edilmektedir. Onların da yapması veya yapmaması gereken davranışlar, yerine getirmeleri gereken rol ve sorumluluklar bulunmaktadır. Kız çocuklarından farklı olarak erkek çocukları eril dünyanın kendilerine tanıdığı avantajlı görünen sorunlu süreçlerden geçerler.
Erkek Olmanın Toplumsal Evreleri ve Baskılar
Sosyolog Pınar Selek (2010), Türk toplumunda erkeklerin geçmesi gereken dört temel aşama olduğunu belirtmektedir. Bunlar: “sünnet, askerlik, iş bulma ve evlilik” olarak sıralanmaktadır (Selek, 2010). “Erkekler ağlamaz!” gibi söylemlerle oluşturulan ve pekiştirilen bu süreçte erkekler; daha güçlü, daha başarılı, daha cesur olma telkinleriyle hem şiddete maruz kalmakta hem de şiddet uygulamaktadır. Kendi içlerinde sürekli bir mücadele içinde olan ve gerek içsel dürtüleri gerek başka insanlarla ilişkileri, onların erkekliğini “kanıtlamak” temeline kurulmuştur. Eril dili öğrenme, kadınsı olarak nitelendirilen tutum ve davranışlarda bulunmama, bazı kültürlerde sünnet olma, ilk cinsel deneyim, erkekliğin tanımlandığı kimi alanlarda bulunma (askerlik, düzenli bir işte çalışma gibi), her daim güçlü ve kontrol sahibi olarak diğerlerinin sorumluluklarını almak yaşamlarındaki mecburiyetlerinden bazılarıdır. Bu zorlayıcı ve hiç bitmeyen beklenti ve denetim mekanizması içinde erkek, kendi duygularını ve benliğini bir kenara itmek zorunda kalmaktadır (Çelik, 2016; Şanlı, 2019).
Literatürdeki birçok kaynakta belirtildiği üzere, erkekler dünyasındaki konumun sabitlenmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Çünkü erkeklik, “sınırları ve kaybedilme koşulları her zaman belirsiz, değişken, geçişli ve gündemde olan bir iktidar inşa stratejisi olmak durumundadır” (Sancar, 2009).
Gerçek erkeklik, uğrunda mücadele gereken, eziyetli bir dünya test sonucunda ancak kazanılabilecek bir ödül olarak durur erkeğin karşısında, dayanılmaz acılara katlanarak bir kez erkek olmayı hak ettikten sonra da erkeğin ‘erkeklik’le işi bitmez. Taşıyıcısı olduğu iktidarı her daim hayata geçirmesi, hep yeniden üretmesi beklenir ondan (Atay, 2012).
Bu durum, erkeğin sürekli kendini kanıtlamasını gündeme getirir. Sürecin başlangıcı çok küçük yaşlara dayanır ve erkek çocuğunun duygularını belli etmemesi, buna ek olarak ağlamaması, acı çekmemesi ve her zaman güçlü, mantıklı, başarılı olması telkinleriyle de sıklıkla karşılaşılır. Çünkü çocuk, geleceğin “erkeği” olarak birçok koşulda kendisine oranla “güçsüz” olarak görülen kesimlerin hâkimi olacaktır.
Türkiye’deki erkeklik varoluşuna ilişkin Selek (2010)’in sünnet, askerlik, iş bulma ve evlilik olarak sınıflandırdığı bu dönüm noktalarını Bozok (2011), bazı eklemelerle şöyle ifade etmektedir: “Türkiye’de erkeklerin yaşam döngüsünün başlıca dönüm noktaları, doğumu izleyen süreçte dilin öğrenilmesi, sünnet, ilk cinsel deneyim, zorunlu askerlik hizmeti, para kazanmaya başlamak, evlenmek, baba olmak, yaşlı ve sözü dinlenir bir erkek olmak olarak değerlendirilmektedir.” Sonuç itibarıyla erkeklik, bir defa edinilen bir nitelik olmaktan ziyade sürekli pekiştirilmesi gereken bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Babalık Kavramının Değişimi
Baba olmak ise erkeklerin hayatında bir dönüm noktası olarak tanımlanmaktadır. Genellikle kadınlar için bir “tamamlanma, amacına ulaşma” hâli olarak gösterilen çocuk sahibi olma durumu, erkekler için bir “dönüşüm, değişim” dönemini ifade etmektedir. Genellikle babalık, erkeklerin erkeklikleri ile hesaplaştıkları bir dönem olarak görülmektedir. Babalık, “erkekliğin temize çekildiği, olumsuz görülen özelliklerin terk edildiği bir değişim süreci” olarak tarif edilmektedir (Taşkan ve Tol, 2018).
Eve ekmek getiren, ailenin direği, evin reisi, dağ gibi sağlam, sahip çıkan, harçlık veren, nasihat eden, meslek öğreten, çocuğuna örnek olan baba algısı genellikle erkeklerin sahip olması gereken nitelikler olarak sayılmaktadır. Geleneksel babaların özellikleri arasında yer alan otoriterlik, dediğim dediklik, çocuklara karşı mesafeli olma, son sözün, son kararın sahibi olma ve duygularını göstermeme gibi hâller ise zamanla ve kültürel değişimler yoluyla dönüşüm geçirmiştir. Tek çeşit erkeklik olmadığı gibi tek çeşit babalıktan da söz etmek mümkün değildir (Zeybekoğlu, 2013).
Babalık kavramının ve babaların sahip olması gerektiği düşünülen niteliklerin; ailenin geçimini sağlayan, tehlikelere karşı evini ve ailesini koruyan olmasından çocuklarıyla vakit geçiren, ev ile ilgili sorumlulukları paylaşan bir hale doğru evrildiğini söylemek mümkündür. Babalığı anlamak için, günümüzde onu çevreleyen baskın toplumsal ve ekonomik ilişkileri anlamak gerekir. Babaların benimsediği ve etkilendiği ataerkil ilişkiler etrafında ortaya çıkan erkeklik kodları, erkeklerin nasıl babalık yaptığını kuran en önemli unsurlardan birisidir (Bozok, 2018).
Baba olmanın ve babalık yapmanın, günümüz Türkiye’sindeki yansımasına göre bir erkek olarak babayı; sabahtan gece geç saatlere kadar evin dışında olan, iş yerinde çalışan, görece özerk, çok istese de genelde çocuklarına fazla yakınlaş(a)mayan, çocuklarının küçüklüğünde onların bakımında fazla sorumluluk almayan, çocuklarıyla genelde evin dışına, okula veya onların geleceklerine dair ilişkiler kuran, duygularını rahatça belli edemeyen, çocuklarıyla ve eşiyle ancak televizyon izlerken vakit geçiren, zaman zaman eşine ve çocuklarına sevgi gösterme kadar şiddet kullanma ihtimali de olan, ev işleri ve çocuk bakımını karısına bırakmış, “ailenin reisi” ve “evinin direği” konumunda nitelendirmek mümkündür (Levent, 2015; Zeybekoğlu, 2013).
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İçin Atılacak Adımlar
Gerek kadınlara gerek erkeklere yöneltilen toplumsal cinsiyet eşitsizliğine sebebiyet veren kalıplarla mücadele etmede işe yarar pratiklere de yer vermek sorunun çözümüne dair fikir verecektir. İlk adım olarak değişime dilden başlamak gerekmektedir. Oldukça dinamik bir yapıya sahip olan dil, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin kavramsallaştırmalarını kendi içinde barındırır. Aşağılayıcı, küçük düşürücü, ayrımcılık yaratıcı her türlü söylemin her yaş grubu tarafından terk edilmesi teşvik edilmelidir (Çelik, 2016; Zeybekoğlu 2009).
İkinci adım olarak toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir toplum inşa etmek için insani özelliklerini özgürce yaşayan, bağımsız bir birey olarak çocuk yetiştirmek oldukça önemlidir. Çocuğu kalıplara sokan düşüncelerden, tutum ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Her çocuğun, kendini bulması ve varoluşunu oluşturabilmesi için kız-oğlan ayrımı yapılmaksızın biricik olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Ebeveynlerin kendi sosyalleşmelerine bağlı kalıp yargılarını sorgulamaları ve düşünce biçimlerini değiştirmeleri de gerekmektedir. Ebeveynlerin çocuk algılarındaki ve çocuk yetiştirme tarzlarındaki değişim kadar önemli olan bir başka unsur, okullarda verilen eğitim-öğretim içeriğinin de toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı ve şiddet içermeyen bir biçimde değiştirilmesidir. Bu yöndeki uygun politikalar, yaygınlaştırılarak ülkenin geneline sunulmalıdır. İstendik değişimin bir anda gerçekleşmeyeceği gerçeği kabul edilerek sabır ve süreklilik ile davranış ve tutum değişikliğine gidilmesi faydalı olacaktır (Topal, 2019).
Ayşe DOĞAN
Psikolojik Danışman