Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

VAROLUŞÇU BİR PERSPEKTİFTEN BAĞIMLILIK – Psikolektif Dergisi – Sayı – 16

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı olan DSM-5’te bağımlılık; bir maddeye tolerans geliştirme, maddeyi niyet edilenden daha fazla kullanma ve kullanmamayı başaramama, madde kullanılmadığında yoksunluk belirtileri gösterme ve madde sebebiyle günlük hayatta problemler yaşama ile karakterize bir bozukluktur. Burada bahsedilen tolerans, kişinin aynı etkiyi elde etmek için gittikçe daha fazla maddeye ihtiyaç duymasına; yoksunluk ise madde alınmadığında veya az alındığında kişide gerçekleşen psikolojik veya fiziksel olumsuz etkilere işaret etmektedir (Kring, vd., 2019; s. 286). Kişiler alkol, sigara, uyuşturucu, kumar gibi çeşitli bağımlılıklara sahip olabilmektedir. Bunların yanı sıra günümüzde teknoloji, alışveriş, spor, temas gibi bazı bağımlılıkların da adından söz edilmektedir.

Kişiler bağımlı oldukları madde veya davranışı bırakmak için çeşitli yollar izlerler. Kimileri azaltarak bırakmayı denerken kimileri bıçakla keser gibi birden kurtulmak ister ancak bırakma girişimleri sıklıkla başarısız olur. Her zaman olduğu gibi bağımlılıktan kurtulma girişimlerinde de aynı şeyi deneyip farklı bir sonuç beklemek işlevsizdir. Belki de doğru çıkış noktalarından biri; kişinin bağımlı olduğu madde ya da davranış ile neyi tamamlamaya veya telafi etmeye çalıştığı, aslında neyin eksikliğini çektiğini bulmaya çalışmaktır. Varoluşçu psikoterapinin önde gelen isimlerinden Frankl’a göre varoluşsal boşluk duygusunun sonucu olarak bağımlılık geliştirmek olasıdır (Lukas, 2000; akt. Çelik, 2017). Varoluşsal boşluk ise yaşamda bir anlam var edememekten kaynaklanmaktadır. Bahsedilen anlamın ne olduğu ve nasıl var edilebileceğine dair görüşlere geçmeden önce bağımlılık ile ilişkisine biraz daha bakmakta fayda var.

Madde kötüye kullanımı ile ilgili gerçekleştirilen bir çalışmada madde bağımlılarının bağımlı olmayanlara göre daha düşük düzeyde bir yaşam amacı, hayat kontrolü ve ölüm kabulü olduğu, ayrıca daha yüksek düzeyde varoluşsal boşluk bildirdikleri saptanmıştır (Nicholson vd., 1994). Yatarak tedavi gören alkol bağımlıları ile yapılan bir araştırmada ise alkol bağımlılarının bağımlı olmayanlara göre daha düşük düzeyde yaşam amacı duygusuna sahip oldukları ve yaşam amacı düzeylerinin ise tedavi esnasında artabileceği görülmüştür. Ayrıca tedavi sonrasında katılımcılar izlenmeye devam edilmiş ve tedavi sonundaki yaşam amacı duygusunun; yakın ilişkiler, sağlık ve tekrar alkol kullanıp kullanmama durumunu yordadığı sonucuna ulaşılmıştır (Waisberg ve Porter, 1994). 

Çeşitli çalışmalarda kişilerin yalnızlık ve bağımlılık düzeyleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Çin’de yapılan bir araştırmada üniversite öğrencilerinde yalnızlığın akıllı telefon bağımlılığı ile ilişkili olduğu görülmüştür. Bu araştırmaya göre yalnızlık düzeyi düşük öğrencilerin akıllı telefon bağımlılık düzeyleri de düşük olmaktadır (Bian ve Leung, 2015). Benzer şekilde Türkiye’de üniversite öğrencileri ile gerçekleştirilen bir çalışmada da yalnızlık ve hayatın anlam ve amacı düzeyinin, akıllı telefon bağımlılığı düzeyi ile ilişkili olduğu bulunmuştur (Korkman ve Uluışık, 2021). 

Görüldüğü gibi çeşitli bağımlılıklar çeşitli varoluşsal durumlarla ilişkili bulunmuştur. Bu ilişkiye yakından son kez bakalım. Kişi, içinde bulunduğu varoluşsal boşluktan dolayı bir nesne veya davranışa bağımlılık geliştirebilir. Ardından bağımlı olduğu madde veya davranışa sürekli olarak ihtiyaç duyar, hayatını ona göre düzenlemeye başlar, bırakmaya çalıştığında acı ve başarısızlık ile karşılaşır. Bu açıdan bakıldığında bağımlılık, kişiyi kendine mahkûm eder. Bunların sonucu olarak kişi artık özgür değildir ve bağımlı olduğu nesnenin tahakkümü altındadır. 

Peki ısrarla üzerinde durulan hayatın anlamı nedir, nasıl edinilir? Frankl’a göre kişi ürettiği bir eser veya yaptığı bir iş ile yaşantıları veya etkileşime girdiği insanlar ile ve yaşamındaki kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek hayatına anlam kazandırabilir. Ancak kişinin yaşamının anlamının ne olduğu sorusunun cevabını kişi yine ancak kendisi verebilir. Bu soruyu sorma ve bu sorunun cevabını bulma sorumluluğu ise varoluşun özünü oluşturmaktadır (Frankl, 2009; s. 123-125). Sonuç olarak kişiyi yaşama bağlayan anlam duygusu, kişiyi hayattan koparan bağımlılıktan da kurtarabilir.

Ece Nur Boranlı

Psikolojik Danışman