Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Göçmenlerin Kimlik ve Aidiyet Arayışı – Psikolektif Dergisi – Sayı – 25

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

   Kimlik, genellikle bir kişinin “kim/ne olduğu” ile ilgili düşünceleri ve imgeleri barındıran bir terimdir. Bununla birlikte, kimlik aynı zamanda, bazen açık bazen de gizli bir biçimde bireyin “kim/ne olmadığını” da ifade eder. Bu yüzden kimlik, sıkça “var olmak” ve “var olmamak” arasındaki dinamik etkileşimin bir ürünü olarak ele alınır. Bu dinamik gerilim nedeniyle, kimliği tanımlamak giderek daha karmaşık bir hale gelir (Göker, 2013). Kimlik çok boyutlu bir yapıya sahiptir, bu yapıların başında hibrit kimlikler gelmektedir. Hibrit kimlikler bireylerin birden fazla kültürden etkilenerek geliştirdikleri kimlik yapısıdır.Günümüzde hibrit kimlikler sıklıkla küreselleşme ve mobilizasyon süreçlerinin bir ürünü olarak ele alınırken bu anlayışın tarihsel bir bağlamda daha derin köklere sahip olduğunu anlamak önemlidir. Modern çok kültürlü toplum yapılarının bir bileşeni olarak görülen hibrit kimlikler, aslında tarihin çeşitli dönemlerinde var olmuş ve büyük göç dalgaları sonucunda şekillenmiş zengin bir geçmişe sahiptir (Çağırkan, 2016). Bu kapsamda, kimlik, aidiyet ve göç kavramları arasında, bireylerin toplumsal ve kültürel konumlarını yeniden tanımladıkları derin ve dinamik bir etkileşim gelişmiştir. 

     Göç, tarih boyunca insanların yaşadığı coğrafi, kültürel ve kimlik değişimlerinin anahtar taşlarından biri olmuştur. Göç, belirli bir süre zarfında, bireylerin yaşam alanlarını anlamlı bir mesafe katederek değiştirmeleri şeklinde tanımlanabilir ve bu sürecin aktörleri olan göçmenler, hem kendilerini hem de etraflarındaki toplumsal yapıları dönüştürme gücüne sahiptirler. Göç olgusu, iklimden güvenlik ihtiyaçlarına, daha iyi yaşam koşullarının arayışından zorunlu yer değiştirmelere kadar çeşitli sebeplerle gerçekleşir ve bu seyahatler sırasında göçmenler, kendi kültürel miraslarından parçaları ve kişisel kimliklerini de beraberlerinde getirirler (Kaplan & Chacko, 2015). Bu taşınan değerler, göçmenlerin yeni yurtlarında kurdukları topluluklarda, etkileşime girdikleri farklı kültürlerle zengin ve çok boyutlu bir karşılıklı etkileşim yaratır. Göçmenlerin, farklı bir coğrafyaya ayak basmalarıyla beraber, onların dinleri, dilleri ve kültürleri gibi unsurlar, ev sahibi toplumların kültürel dokusuna yeni renkler katmaya başlar. Göker (2013) ve Çağırkan (2016) tarafından belirtildiği üzere, kimlik kavramı da bu süreçten büyük ölçüde etkilenir; çünkü göç, “var olmak” ve “var olmamak” arasındaki sınırları zorlayarak, bireylerin hem kendilerini hem de ait oldukları toplulukları yeniden tanımlamalarına zemin hazırlar. 

         Göç süreci, bireylerin kimlik ve aidiyet anlayışlarını temelden sarsarak, yeni bir toplumsal ve kültürel bağlamda kendilerini yeniden konumlandırmalarını gerektirir. Kişinin kimlik inşasında, milli bağlar, sosyal gruplar, kültürel çevreler ve dini inançlar gibi aidiyet duygusuyla yakından ilişkili unsurlar belirleyici olur. Göçmenler, aidiyetin bu çok katmanlı yapısını taşırken, aynı zamanda ‘ötekileştirme’ ile karşı karşıya kalırlar çünkü kimlik inşası sıklıkla kişinin kendini nasıl tanımladığı kadar nasıl tanımlamadığıyla da ilgilidir (Pieterse, 2001). Göçmenler, özellikle postmodern çağda, hem fiziksel hem de metaforik anlamda ‘yersiz-yurtsuzlaşma’ deneyimler yaşayabilir ve bu durum kimlik krizlerine, belirsizliklere yol açabilir. Göçmenlik deneyimi, bireylerin ve toplumların kimlik politikalarına yön verirken, göçmenlerin karşılaştıkları sınırlamalar ve stereotipler, onların kendilerini tanımlama ve kabul edilme mücadelelerinde yeni kimlik stratejileri geliştirmelerini zorunlu kılar (Göker, 2013). 

      Göç, bizi köklerimizden koparıp yabancı topraklara taşısa da, aslında bizi daha da geniş bir dünyaya ve yeni benliklere açar. Yeni topraklarda ayaklarımızı sağlamlaştırırken, farklı kültürlerle harmanlanan kimliklerimizi keşfederiz. Bu yolculukta yaşanan zorluklar, içsel çatışmalar ve aidiyet arayışı, her bir göçmenin kendine özgü hikayesini oluşturur. Ancak bu hikayeler, bize sadece kim olduğumuzu değil, kim olabileceğimizi de gösterir. Aidiyetin yeni anlamını bulmak, hem bireysel bir serüven hem de ortak bir deneyimdir. Bu serüven, toplumla bütünleşmeyi ve kendi kimliğimizi yeniden şekillendirmeyi içerir. Her yeni etkileşim, göçmenlerin kimlik ve aidiyetlerini zenginleştirir ve bu, kendimizi ve birbirimizi daha iyi anlamamızın yolunu açar. Yani, göç, kimlik ve aidiyet arayışı; kaybedilenlerin ve kazanılanların, eskinin ve yeninin, bilinenin ve keşfedilenin hikayesidir.

İdil Sera Erfenek

Psikolojik Danışman 

Psikolojik Danışman İdil Sera Erfenek

2020 yılında Ege Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünden mezun olmuştur. Kaygı, depresyon, ilişki problemleri ve göçmen psikolojisi alanlarında çalışmaktadır ve online psikolojik danışmanlık hizmeti sunmaktadır. EMDR, BDT, Şema Terapi gibi çeşitli terapi ekollerinde eğitim almıştır. Psikolektif’te içerik üretmeye devam etmektedir.