
Dünya geneline ve geçmişe baktığımızda heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelime sahip kişilerin ayrımcılıkla ve önyargıyla sıklıkla karşılaştıklarını görmek mümkündür. Homofobi kelimesi ise bu ayrımcılık ve önyargıları açıklamak için kullanılan bir terimdir. Sözlük karşılığı; eşcinsellere veya eşcinselliğe karşı duyulan nefret, önyargı, hoşnutsuzluk, korku veya ayrımcılık olan homofobi geniş anlamı ile yalnız eşcinsellere yönelik değil tüm LGBTİQA+ bireylere karşı olan ayrımcılık için de kullanılmaktadır.
Homofobi, gruplar arasındaki ilişkilerin bir ideolojisi olarak da görülebilir ve aynı zamanda bireysel süreçlerden (kişilik, öz farkındalık, bilişsel yapılar vb.) etkilenir ve bunlara eşlik eden bir süreçte çoğunlukla gey, biseksüel ve transeksüel insanları hedef alır. Basmakalıp düşüncelerin eşlik ettiği homofobik bir ideolojinin, bir karakteristik özellik olmaktan ziyade belirli bir sosyo-kültürel bağlamda şekillendirilmiş, kendi içinde kişisel bir ifade olduğu söylenebilir. Homofobinin farklı tanımlarında kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olarak tanımlandığı görülmektedir. Yine de günümüz pratiklerine bakıldığında politik bir alanda oluşmuş, kültürel ideolojiler bağlamında anlam sistemleri, kurumlar ve sosyal gelenekler açısından ele alınması gereken bir gruplararası bir süreçtir (Göregenli, 2006).
Tüm bu süreçleri değerlendirirken cinsel yönelimin anlamını açıklamakta fayda görülmektedir. Homofobik düşünce ile birlikte oluşan tabularda gey, biseksüel ve transeksüel olmanın sorunlu bir cinsel tercih olduğu ifade edilmektedir. Cinsel yönelim belirli bir cinsiyetteki kişi ya da kişilere karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimi ifade etmektedir. Cinsel yönelim çeşitliliği, cinselliğe ilişkin çeşitliliğin doğal bir sonucudur. Cinsel yönelimler birbiri üzerinde bir hiyerarşiye sahip olmamakla birlikte, bir yönelim diğerinden daha doğal, üstün ya da sağlıklı değildir.
Homofobiyi besleyen ve sıklıkla kullanılan bir argüman ise LGBTİQA+ bireylerin zihinsel ve ruhsal hastalığa sahip olmalarıdır. Oysa tıp ve ruh sağlığı uzmanları, eşcinselliğin bir bilimsel olarak bir hastalık, zihinsel bozukluk veya duygusal bir sorun olmadığı konusunda hemfikirdir. Amerikan Psikiyatri Birliği, 1973’te yeni araştırmaların önemini kabul ederek, “eşcinsellik” terimini tüm zihinsel ve ruh sağlığı hastalıklarını anlatan resmi kılavuzlardan çıkarmıştır. Amerikan Psikoloji Birliği de bu değişikliği destekleyen bir karar almıştır. Son olarak 17 Mayıs 1990’da Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği hastalık listesinden çıkarmıştır (KAOS GL Derneği, 2020).
Tüm bu psikolojik temelli açıklamaların yanı sıra kavramsal olarak homofobi “sorunun” eşcinsellerin kendisinde değil, eşcinsellik ve eşcinselliğe yönelik bireysel ve toplumsal olumsuz tutumlarda yattığını belirtmektedir. Birçok kötü ifade ile olarak etiketlenen eşcinseller sosyal bir tehdit oluşturmazken, homofobik yaklaşımların ilgili bireyler için bir tehdit oluşturduğu sonucuna varılmıştır (Bryant ve Vidal-Ortiz, 2008, akt; Ertan, 2010).
Homofobinin kendini gösterme şekline bakıldığında birçok davranış ve tutum olduğu görülmektedir. Açıkça aşağılayan ve küfür içeren tanımlar kullanılmasının yanında, sokakta el ele yürüyen farklı cinsiyetlere sahip bir çift görüldüğünde normal algılanırken, aynı cinsiyetten iki kişinin el ele tutuştuğunda hissedilen rahatsızlık olarak da kendini göstermektedir. Dilin önemli bir pekiştireç olduğu bilinmektedir. Bu sebeple kime söylendiği fark etmeksizin, homofobi içeren söylemlerin kullanılmasının LGBTİQA+ bireylere yönelik nefret, ayrımcılık ve önyargıları pekiştirilmesine alan yaratmaktadır (Franzoi, 2003 ve Burn (2000); akt: Göregenli, 2004).
Ertan’ın 2010’da eşcinsellere yönelik tutumlar ve söylemler üzerine yaptığı araştırma sonucuna göre; eşcinsellere yönelik olumsuz tutumdaki bireylerin bu söylemleri farklı referans kaynaklarına dayandırdıkları görülmüştür. Kimi bireyler salt toplumsal düzene bir tehdit olarak algılayarak tutum geliştirmişken kimi bireyler ise dini doktrinler üzerinden eşcinselliği bir günah olarak etiketlemiş ve homofobik söylemler üretmişlerdir. Bu araştırma da homofobinin bireysel ve kültürel ögeler içeren karmaşık bir yapısı olduğunu göstermektedir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmaması ve süreğen hayat içerisinde eşitsizlikten doğan ayrımcılığın sürekli olarak devam etmesine benzer olarak homofobik söylemler de sürekli yeniden üretilmektedir. Heteroseksüelliğin tek doğru ve norm kabul edilmesi diğer tüm cinsel yönelimlerin hiyerarşik olarak heteroseksüelliğin altında konumlandırılması geçmişten bugüne üretilen söylemlerle devam etmektedir. Tüm bu söylemler LGBTİQA+ bireylere karşılık nefret, ayrımcılık ve önyargının devam etmesini de beraberinde getirmektedir.
Bir bireyi varoluşu yüzünden etiketlemek, dışlamak, ayrımcılık uygulamak bir nefret suçu ve insan haklarına aykırı bir tutum olarak da değerlendirilmektedir. Herkesin aşkına kimsenin karışmaması gerekmesine rağmen, homofobik tutum ve söylemler yeniden ve yeniden üretilmeye devam etmekte ve LGBTİQA+ bireyleri hedef haline getirmektedir. Tüm bireyleri kendi cinsel kimlik ve yönelimleri ile kabul edildiği, herkesin kendi renkleri ile varolduğu, kimsenin nefrete ve ayrımcılığa maruz kalmadığı, bir arada uyum ve harmoni içinde yaşadığımız yarınlar dileğiyle…
Merve Yüksek
Psikolojik Danışman