
Kitap Künyesi
Yazar Adı: Tuğba DOĞAN
Yayınevi: YKY
Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul – 2020 (6. Basım)
Sayfa Sayısı: 127
Çağdaş Türk edebiyatı yazarlarından Tuğba Doğan, ilk kitabı “Musa’nın Uykusu” ile 2015 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü Mansiyonu’nu almıştır. Bu incelemenin konusu olan Nefaset Lokantası ise yazarın ikinci kitabıdır. Yazar eserlerinde bireyin iç dünyasına, toplumsal belleğe ve varoluşsal sorgulamalara dair güçlü metinler üretmektedir.
Yazı spoiler içermektedir. ‘’
Tuğba Doğan’ın Nefaset Lokantası romanı, ana karakter Salih’in ülkesinden temelli ayrılmaya karar verdiği bir dönemde, dostları tarafından onun onuruna düzenlenen bir veda yemeği etrafında şekillenmektedir. Roman, bir mekân olarak Nefaset Lokantası’nda geçse de, esasen Salih’in hafızasında gidip gelen, geçmişin izleriyle bugünü harmanlayan içsel bir yolculuğu anlatır. Yazarın kendi deyimi ile eserlerinde ele aldığı, içinde gezindiği mesele zaman kavramdır. Biraz daha özelleştirecek olursak Salih’in hikâyesi hafıza ve hatırlama ipleri ile örülmüştür.
Narrative Terapi, kişinin hayatını bir hikâye (anlatı) gibi gördüğü düşüncesine dayanmaktadır. Bu terapi yaklaşımına göre, insanlar başlarına gelenleri sadece yaşamakla kalmaz; bu olayları anlamlandırır, anlatır ve bu anlatılar zamanla kişiliklerinin ve kimliklerinin bir parçası hâline gelir. Bu bağlamda Salih’in hikâyesi, yaşadığı olaylardan çok, o olaylara yüklediği anlamla ortaya çıkmaktadır. Salih’in geçmişi, erken dönem kayıplar ve dışlanmışlıkla doludur. Annesini küçük yaşta kaybettikten sonra babasını da yitirmiş; ardından, yeni taşındığı şehirde okul ortamına uyum sağlamakta zorlanmıştır. Nakil öğrenci olarak geldiği okulda, kendi şivesini törpülemek için aynanın karşısına geçip İstanbul Türkçesiyle kitap okuduğu sahne, oldukça çarpıcıdır. Salih’in okul ortamında şivesini değiştirmeye çalışması, içinde bulunduğu çevre tarafından “farklı” olarak etiketlenmesi ve bu farkın “eksiklik” gibi görülmesiyle başlar. Narrative terapi açısından bu sahne, Salih’in zihninde yavaş yavaş yerleşmeye başlayan bir baskın anlatının (dominant anlatı) işareti olarak değerlendirilebilir. Salih’in kendilik algısını belirleyen baskın anlatının “Olduğum hâlimle kabul edilmem, ancak başkalarının onaylayacağı şekilde olursam değer görürüm” düşüncesi etrafında şekillenmeye başladığı düşünülebilir.
Zaman ilerledikçe Salih’in kırgınlıkları birikir. Gençliğinde gazetecilik mesleğine adım atar. Bu mesleğe inançla bağlansa da zamanla sistemin içindeki çürüme, onu da ruhsal olarak yorar. Üniversite yıllarında onu küçümseyen Şevket’le yıllar sonra aynı gazetede çalışmak zorunda kalması, derin bir değersizlik duygusunu tetiklemiştir. Nihayetinde Şevket tarafından işten çıkarılması ise yalnızca bir kariyer kaybı değil; benlik anlatısında yer alan adalet ve anlam arayışının da çöküşü olarak görülebilir. Bu noktada anlatı terapisinin “problem doygunluğu” kavramı devreye girmektedir. Salih’in anlatısı artık sadece kırgınlıklar, dışlanma, başarısızlık ve boğulma duygusuyla çevrilmiştir. Kendini bu hikâyeye sıkışmış, çıkışsız hissetmektedir. Salih’in yaşadığı her olay, benliğini oluşturan hikâyenin parçaları hâline gelir. Veda yemeği sırasında yaptığı konuşma, bu parçaları birleştirip geçmişiyle yüzleşme çabasıdır. Narrative terapide bu tür yüzleşmelere “yeniden yazım” denmektedir. Birey, yaşadıklarını farklı bir çerçevede anlamlandırarak kendine yeni bir hikâye kurar. Salih’in geçmiş kırgınlıklarını dillendirmesi, ülkesine duyduğu hayal kırıklığını tanımlaması, aslında geçmişin pasif bir dökümünden çok, geçmişi dönüştüren aktif bir anlatıdır. Ülkesini “karşılıksız bir aşk” olarak nitelemesi ise bu yeniden anlamlandırmanın duygusal bir örneğidir. Artık ayrılığı bir başarısızlık değil; bu aşkta ısrar etmenin zararlarını gören bir benlik farkındalığıyla tanımlamaktadır. Roman boyunca yer alan metaforik ve simgesel öğeler de Salih’in iç anlatısının parçaları olarak düşünülebilir. Mezar başındaki eşekarısı sürüsü, kırılan çeyiz tabağı, tatlının değişen tadı… Bunların her biri, Salih’in yaşadığı duygusal çözülmenin dışavurumlarıdır. Narrative terapide duygular, sadece sözcüklerle değil; semboller ve imgeler yoluyla da ifade bulur. Bu simgeler, Salih’in benliğinde bastırdığı veya tam olarak adlandıramadığı duyguların hikâyesi hâline gelmiştir.
Nefaset Lokantası, yalnızca bir adamın ülkesini terk etme hikâyesi değil, aynı zamanda bir ömrün ağırlığını taşıyan, bastırılmış duyguların anlatıya dönüştüğü bir vedadır. Salih, roman boyunca geçmişini hatırlamakta ve bu anıları bazen kendisine bazen diğerlerine yeniden anlatarak dönüştürmektedir. Bu bağlamda roman, anlatının sadece bir ifade biçimi değil; aynı zamanda psikolojik iyileşme ve benlik inşası aracı olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır.
Kitaba İlişkin İzlenimlerim
Nefaset Lokantası, edebi anlatım gücü kadar psikolojik çözümlemeleriyle de etkileyici bir roman. Salih karakterinin iç dünyasında yaşadığı gerilimler, benlik kurma çabaları ve ülkeye dair hayal kırıklıkları, pek çoğumuzun duygusal belleğinde yankı bulabilecek türden. Roman dil açısından sade ama anlam açısından oldukça yoğun. İlk okuduğumda fark etmediğim ya da belki o gün için duygu dünyamda karşılık bulmayan pek çok cümlenin altı bu ikinci okuyuşta çizildi. Bu kitap bana, hayat karşısında sert durmanın bazen daha çok zarar verdiğini, asıl becerinin esneyebilmek olduğunu, kırılmış olsak da devam etmenin bazen daha kötü sonuçlar doğurabileceğini ve kendimizi gerçekçi bir şekilde tanımanın ne kadar önemli olduğunu düşündürdü. Okuyanın yüreğine ferahlık verecek cümlelerle karşılaşması dileğiyle..
Zeynep ÜNAL
Uzman Psikolojik Danışman