
Geçmişten günümüze insan neslinin hayatında yer bulan depresyon kavramı çoğu toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da kültüre has bir anlayışla yaşanmaktadır. Bu insanların depresyon kavramını bilinçli olarak kendi kültürlerine uyarlayarak yaşadıkları anlamına gelmemektedir Ancak kültür her toplumun acıyı, tatlıyı, iyiyi, kötüyü, yaşama şeklini hatta düşünme şeklini etkilemektedir. Hristiyan ve Yahudi kültüründe suçluluk ve günahkârlık duyguları oldukça yaygındır (Kara, Sayar & Saygılı, 1997). Mutsuzluk, umutsuzluk, zevk kaybı olarak tanımlanabilecek disfori kavramı ise farklı toplumlarda farklı anlamlara gelmektedir. Budistlere göre disfori dünyaya ilgi ve toplumsal yaşantıdan kaynaklanır. Şii Müslümanlar yası dinsel bir deneyim olarak değerlendirir. Papua Yeni Ginede üzüntü ve yas değerlidir. Tam tersi Balinese ve Thai Lao gibi toplumlarda ise coşku ve keder hoş değildir (Kara ve ark. 1997).
Çoğu toplumda bireyler, depresyonda ruhsal sıkıntılardan ziyade yorgunluk, baş ağrısı, uykusuzluk, iştah kaybı gibi fiziksel rahatsızlıklar dile getirmektedir. Bu sebeple çoğu zaman depresyon tanı ve tedavisi alınmamaktadır. Depresyon bileşenlerini bedensel ve duygusal olarak ikiye ayırıp önceliği duygusal bileşene veren Batı kültürüdür (Sayar, 1998). Türkiyede ise depresyonda ruhsal sıkıntıların bedene yansıması olarak tanımlanan somatik özellikler daha sık görülmektedir (Cimilli, 2003). Kleinman (1988)’a göre beden tüm sembollerin zengin bir kaynağıdır ve bedensel rahatsızlıklar bireysel, toplumsal ve hatta politik olayların yansıması olabilir (Akt; Sayar, 1998). İngiliz ve Türk hastaların karşılaştırıldığı bir araştırmada İngiliz hastalarda çökkünlük, ilgi ve zevk kaybı gibi semptomlar görülürken; Türk hastalarda somatik anksiyete, huzursuzluk ve hipokondriyazis görülmektedir. Türk ve Alman hastaların karşılaştırıldığı başka bir çalışmada ise Türklerde somatizasyon ve hipokondriasizin Almanlara göre daha yüksek olduğu saptanmaktadır (Kara, ve ark, 1997). Türk kültüründe depresyonda bedensel yakınmaların daha sık görülme nedeni Kleinman’ın 1988’de yaptığı çalışma ile açıklanabilir. Kleinman (1988)’a göre bireyin yetiştiği ailede fiziksel hastalık ya da hastalık davranışının bulunması henüz küçük yaşlarda olan bireyin bedensel yakınmalarla çevreden ilgi ve sevgi toplamaya ilişkin olumlu bir bakış açısı kazanmasını sağlayabilir(Akt, Kesebir, 2004).
Tüm dünya genelinde yapılan araştırmalarda düşük sosyoekonomik düzeydeki bireylerin depresyona ve diğer ruhsal bozukluklara yakalanma sıklığı orta ve üst sosyoekonomik düzeydeki bireylere göre daha yüksek bulunmuştur (Wohlfarth, 1997; Akt, Kaya, 2007). Almeida-Filho ve ark. (2004) tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada yoksul kent göçmenlerinde depresyonu da kapsayan ruhsal bozuklukların yaygınlığının yüksek olduğu saptanmıştır (Wohlfarth, 1997; akt, Kaya). Ülkemizde ise depresyon kadın, yaşlı, boşanmışlar, alt sosyoekonomik düzeyde olan ve ailesinde depresyon öyküsü olan bireylerde daha sık rastlanmaktadır ve alt kültürel grupların karşılaştırıldığı çalışmalar yapılmamıştır (Cimilli, 2003).
Batı kültüründe insan benliği biricik ve değerliyken batı dışı toplumlarda toplumla iç içe geçmiş çevreyle etkileşim halinde şekillenen bir benlik kavramı karşımıza çıkar. Bu nedenle batılı kültürler depresyonu kişinin içsel süreçleri açısından ele alırken bizim kültürümüz gibi toplumsal kültürler bireyi ve yakın çevresini içeren bir depresyon kavramını ele almaktadır (Sayar, 2020). Türk kültüründe eğitim düzeyi düşük bireyler geleneksel çözüm arama yollarına giderek ruhsal rahatsızlığı olan yakınlarını gizleme eğilimindedir. Eğitim düzeyi yüksek olan bireyler ise tıbbi çözüm yolları aramaktadır (Cimilli, 2003).
Bu yazıda Türk kültüründe depresyonun nasıl yaşandığı vurgulanmıştır. Vurgulanması gereken diğer nokta ise hiç şüphesiz toplumun ruh sağlığı bilincinin arttırılmasıdır. Erkek, Oğuz ve Aldanmaz (1995)’a göre, “bunalımda olmak”, depresyona girmek” depresyon geçirmek” kültürümüzde çok sık kullanılsa da gerçek anlamda depresyon tanınmamaktadır. Bu düşünce günümüzde popülerliğini kaybetmiş görünse de toplum içerisinde hala “depresyona girmek” deyimi sıkça ve bilinçsizce kullanılmaktadır. Burada en büyük iş ruh sağlığı profesyonellerine düşmektedir. Ancak ruh sağlığı profesyonellerinin toplumu bilinçlendirebilmesi için ruh sağlığı hizmetinin daha ulaşılabilir kılınması gerekmektedir.
Fatma Gül DEMİRDELEN
Psikolojik Danışman