Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Yaşamdaki Yerini Arayan İnsan – Psikolektif Dergisi – Sayı – 29

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

İnsanlık tarihine baktığımızda, her dönemde ve her kültürde ortak bir arayışın izlerini görebiliriz: Anlam arayışı. Filozoflardan yazarlara, bilim insanlarından sanatçılara kadar birçok büyük zihnin hayatın anlamı üzerine düşündüğünü ve bu konuda eserler verdiğini görebiliriz. Bu durumdan hareketle, insanların kendi varlıklarına dair pek çok soru işaretinin olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz.  “Hayatın anlamı nedir, nereden geldim, nereye gidiyorum, ben kimim, neden buradayım, ne için yaşıyorum, neden ben, öleceksem neden yaşıyorum, her şey yok olacaksa neden yaşıyoruz?” şeklindeki pek çok soru insan zihninde yanıtlanmayı beklemektedir (6). İnsanın bu arayışının; kendi varoluşunu, varlığı, zamanı ve mekânı bilme ve anlamlandırma ihtiyacından ileri geldiği düşünülmektedir. İnsanın bu sürecinin, kendisini bu döngüden kurtarmanın ve hayatını anlamlandırmanın yollarını aramak olarak değerlendirebiliriz. Victor Frankl (1946)’ a göre insanın bu anlam yolculuğu, onun varlığı kadar doğal ve olağan bir durumdur.

Peki, bu arayış biz insanları nereye götürüyor? Yüksel (2021)’e göre insan, varoluşsal sorularına tatmin edici cevaplar bulamadığında ve bu süreci sağlıklı bir şekilde atlamadığında ruhsal yönden birtakım problemler ile karşı karşıya kalabilmektedir. Literatürdeki bazı araştırmalarda, depresyon, intihar, alkol ve madde kullanımı ile hayatta anlam bulamama arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişkiye sahip olduğu görülmektedir (3). Buradan hareketle insanın anlam arayışını bir yolculuğa benzetecek olursak, bu yolculuğun her zaman güneşli bir gökyüzü altında gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Bu öyle bir yolculuk ki bazen fırtınalar bazen de simsiyah bulutlar eşlik edebiliyor. Bahadır (2018)’e göre insan, varoluşsal sorgulamaları neticesinde tatmin edici cevaplar bulamadığında varoluşsal boşluk veya varoluşsal stres durumları ile karşı karşıya kalabilir. Varoluşsal boşluk ise varoluşsal engellenmenin yaşandığı durumlarda hayata ve yaşamaya karşı gittikçe güçlük kazanan genel bir bıkkınlık halini ifade etmektedir (2). Yani insanın hayatını anlamlandırmasının, sağlıklı bir birey olarak yaşamına devam edebilmesi için önemli bir yere sahip olduğu düşünülmektedir.

Her insanın dünyaya ya da yaşama bakış açısının farklı olduğu aşikâr bir durumdur. Bu durumdan hareketle dünya üzerindeki her bir insan için yaşamın anlam ve arayışının farklı bir yorumu olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Alfred Adler Yaşamın Anlam ve Amacı (İstanbul: Say Yayınları, 2019) kitabında bu durumu “bireylerin kişisel anlamlarının mutlak gerçek anlam olmadığı bilinse de var olan insan sayısı kadar anlam bulunduğu unutulmamalıdır” şeklinde ifade etmiştir. Anlam arayışının öznel oluşu düşünüldüğünde bireylerin bu arayışlarının bir olgu niteliği taşımadığını ve nesillerden nesillere aktarılamayacağını söyleyebiliriz. Her bireyin kendi yolculuğunun sonunda edindiği çıkarımlar diğer bireylerin yaşamı anlamlandırma anlayışları ile uyuşmayabilir.

Günümüz modern dünyasına baktığımızda hızla değişen teknoloji ve tüketim kültürü, birçok insanın hayatında anlam krizine yol açabilir. Her şeyin hızla tüketildiği ve başarıya dair beklentilerin baskın hale geldiği bir ortamda, derin bir tatminsizlik hissi oluşabilir. Bu durumun, bireyin sadece dışarıdan gelen uyarıcılara odaklanmasına neden olarak, içsel bir boşluğa yol açabileceği düşünülmektedir. Özellikle sosyal medya ve sürekli mükemmel olma arzusu, anlam arayışını bulanıklaştırabilir. Ancak bu kaosun içinde bile insanın kendini bulma, yaşamına yön verme ve anlam yaratma potansiyelinin her zaman varlığını sürdürdüğü düşünülmektedir. Nitekim Frankl, “toplama kampında geçirdiği süre zarfında gerçekleştirdiği bir konuşmasında, hayatta her koşulda ve her zaman mutlak bir anlamın var olduğunu ifade etmektedir. Bu anlamın her türlü acı, yoksunluk ve hatta ölümü dahi kuşattığını belirtmektedir. Hayatta anlam bulmak için geçmişin aydınlık yüzünün bugünü aydınlatacağını, geleceğe dair umutlu olmak için hayatta olmanın bile yeterli olabileceğini ve herhangi bir nedene tutunanların bu durumları kolaylıkla kavrayabileceğini vurgulamaktadır (Yüksel, 2021).

Yaşamın anlamını bulma konusunda pek çok yazar, bilim insanı ya da filozof çeşitli yollar ifade etse de yazının daha önceki bölümlerinde bahsedildiği üzere yaşamın, yeryüzündeki insan sayısı kadar farklı anlamı vardır. Yüksel (2021)’e göre Frankl yaşamın anlamının üç farklı şekilde keşfedileceğini ifade etmiştir. Bunlar: bir eser yaratmak ya da bir iş yapmak, bir şey yaşamak ya da bir insanla etkileşimde bulunmak, kaçınılmaz olan acıya yönelik bir tavır geliştirmek şeklindedir. Bununla birlikte Yalom (1980)’da hayatı anlamlı kılacak bir takım etkenlerden bahsetmiştir. Bunlardan bazıları; özgecilik, hedonistik çözüm ve kendini gerçekleştirmedir. Yalom (1980), özgeciliği başkalarının iyiliği için çalışmak olarak tanımlarken; hedonistik çözümü hayatı dolu dolu yaşamak ve hayatın doğal akışında haz aramak olarak ifade etmiştir. Son olarak kendini gerçekleştirme kavramını ise bireyin içerisindeki potansiyeli gerçekleştirmesi olarak tanımlamıştır.

Sonuç olarak anlam arayışı, sonuçtan çok bir süreçtir. Hayatın her aşamasında, her deneyimde farklı bir anlam keşfetmek mümkündür. Önemli olan, bu yolculuğa açık olmak ve kendimizi bu arayışta bulabilmektir diyebiliriz. Anlam, bazen acıdan, bazen neşeden, bazen de sade bir andan doğabilir. Ve belki de en derin anlam, yolculuğun kendisindedir.

                                                                                        Semih ÜLKER

                                                                                     Psikolojik Danışman