
Yazarın Adı: Anthony Burgess
Çevirmen: Aziz Üstel
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2020
Sayfa Sayısı: 171
1917 yılında İngiltere’de doğan dünyaca ünlü İngiliz romancı Anthony Burgess, 1959 yılında beyin tümörü olduğunu öğrendikten sonra ilk karısıyla olan evliliğinde geçimini sağlamak amacıyla on iki ay içinde altı tane roman yazmıştır. Tümör teşhisinin yanlış olduğu ortaya çıktıktan sonra da kitap yazmayı sürdürmüş ve bu sayede dünyaca tanınan bir yazar haline gelmiştir. 1962 yılında yazdığı Otomatik Portakal adlı romanı sayesinde büyük bir üne kavuşan yazar, 1993 yılında akciğer kanseri sebebiyle hayatını yitirmiştir.
Otomatik Portakal, başkahraman olan Alex ve çete arkadaşlarının sokaktaki terörizmi, Alex’in hapishanede yaşadıkları ve sonrasını konu alan; iyilik, kötülük, suç, ceza, din, devlet ve tüm değerlerin sorgulandığı bir kitaptır. Kitap; Alex ve üç kişiden oluşan çete arkadaşlarının, aralarında ürettikleri kaba ve argo kelimelerden oluşan bir dille sokaktaki gece aktivitelerinin anlatımıyla başlamaktadır. Her gece hırsızlık yapabilecekleri bir dükkan, gasp edecekleri, zorbalık yapacakları yaşlı insanlar ve tecavüz edecekleri bir kız seçme peşindedirler. Bütün bu yaptıklarından hiçbir pişmanlık duymayan, empati becerisi gelişmemiş, saldırgan ve dürtüsel davranan bu gençler davranım bozukluğunun tüm özelliklerini göstermektedir. Ancak; yazar bu davranışları düzene bir başkaldırı ve tercih hakkı olarak ele almaktadır. Kendini çete lideri olarak gören Alex’in şiddet ve cinsellik arzusunu diri tutan şey, Beethoven ve Mozart müziğidir. Çete içerisinde yaşanan liderlik çatışması Alex’in, arkadaşlarının kurduğu tuzağa düşmesine ve hırsızlık yapmak için girdiği evde yaşlı bir kadını öldürmesine sebep olmuştur.
On dört yıl ağır hapis cezasına çarptırılan, artık hayatının yeni bir dönemine geçen Alex, cezasının üzerinden iki yıl geçmesinin ardından dönemin hükümetinin “Suçluları Yeniden Topluma Kazandırma” programı kapsamında “Ludovico” adlı bir laboratuvar çalışmasına denek olarak seçilmiştir. Bu çalışmada klasik koşullamanın tüm ilkeleri itinayla uygulanmış; öyle ki, Alex’e şiddetin her türlüsünü içeren tüm film, video ve görüntüler izlettirilmiş ve bununla birlikte vücuduna bir düzenekle dayanılmaz bir acı verilmiştir. İlerleyen günlerde vücuduna verilen bu acıya çok sevdiği klasik müzik sesi de eklenmiştir. Günler süren bu uygulamadan sonra artık Alex ‘özgürlük’ e kavuşmuştur. Ancak; artık değil birine şiddet uygulamak, şiddeti düşünmek, klasik müzik sesi duymak bile ona dayanılmaz bir acı vermektedir.
Yeni hayatına başlayan ‘iyi’ Alex bu kez de hükümet karşıtları tarafından kullanılmış ve intihara sürüklenmiştir. En sonunda seçim özgürlüğüne kavuşan Alex, yeni bir çete kurarak hayatına kaldığı yerden devam etmeye başlamış ancak artık istediği hayatın bir yuva kurmak ve çocuk sahibi olmak olduğuna karar vermiştir.
Kitaba dair kişisel izlenimim
Baştan sona argo bir dilin hakim olduğu kitap, kahramanının dilinden kin ve nefret dolu bir anlatıma sahip. Betimlemeler kimi zaman rahatsız edecek düzeyde açık olsa da kurgu, kitabı bir çırpıda okuma isteği uyandırmakta. Kahramanın başına gelenlerle, özgür iradesiyle seçtiği kötülük ve organize güçler tarafından dayatılan iyilikten hangisinin daha insanca olduğu sorgulatılıyor. Kitapta; toplumsal gözlemlerle, dönemin müziğine, hükümetine, insanlara baskı uygulayarak insanların otomatik bir makine haline getirilmesine abartılı bir dille eleştiri getirilmesi göze çarpmakta. Alışılagelmişin dışında sürükleyici bir kitap arayanlar için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum.
Keyifli okumalar.
Havva Nur ERAYDIN
Psikolojik Danışman