
Kitap Künyesi
Yazarın Adı: Carl R. Rogers
Yayınevi: Okuyan Us Yayınevi
Yayınlanma Tarihi: 1961
Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, Aralık 2020
Sayfa Sayısı: 578
Bu inceleme yazısına, bulunduğu çağda psikoterapiye hasta (danışan) odaklı olarak tanımladığı yaklaşımı ile yeni bir ses getiren Carl Rogers’ın kendi yazılarından derleyerek oluşturduğu “Kişi Olmaya Dair” adlı eseri konu olacaktır.
Hümanist yaklaşımın kurucusu olan Carl Ransom Rogers 1902 yılında Amerika’da doğmuştur. Ziraat, tarih ve din bilimleri üzerine eğitim alan Rogers son olarak psikoloji üzerine eğitim almış ve bu alanda ilerlemeye karar vermiştir. Doktorası sırasında çocuklarla yaptığı klinik çalışmalarda çocuk rehberliğinin ilgisini çektiğini fark etmiş ve yayımlanan ilk kitabı “Sorunlu Çocuğun Klinik Tedavisi” olmuştur. Bu dönemden sonra ağırlıklı olarak psikoterapi alanına yönelmiş ve danışan odaklı terapiyi şekillendirmeye başlamıştır. Rogers, Amerikan tarihinin en etkili psikologlarından biri olmuş, Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiş ve 1964 yılında “Yılın Hümanisti” seçilmiştir. 1987 yılında hayata veda etmiştir.
Kitap, Rogers’ın “ Ben bir kişi olarak, kişisel deneyimlerim ve kişisel bilgilerim bağlamında konuşuyorum.” deyimiyle kaleme alınmıştır. Rogers burada; kendi hayatını, eğitim geçmişini, danışanlarıyla yaptığı çalışmalarını ve özellikle de kendisiyle ilgili farkındalıklarını samimi bir dille aktarmıştır. Anlattıklarından yola çıkarak danışan odaklı terapi üzerine çalışma ve araştırmalarına yön verecek hipotezlerinin temeli olan öznel cümlelerini tek tek sunmuş ve bunları açıklamıştır. Öne sürdüğü fikirlerini açıklarken bunu terapinin de ötesine taşımış, bütün insan ilişkilerine atfetmiştir. Bir ilişkide gerçekten olduğun kişi olmanın, kendini kabul edebilmenin, karşıdaki kişiyi anlayabilmek için kendine izin vermenin değerini ve iyileştirici gücünü vurgulamıştır.
İkinci olarak “Terapide nasıl yardımcı olabilirim?” sorusunu kendine yöneltmiş ve deneyimleriyle ulaştığı bireye yardımcı olmanın en yapıcı yolunu detaylandırarak anlatmıştır. Rogers, bireyin iyileşmeye ya da kendi potansiyelini gerçekleştirmeye doğuştan meyilli olduğunu öne sürmüştür. Bireyi kendi potansiyelinin dışında tutan ve yıkıcı bir varlık olarak gören psikanalizin aksine uygun koşullar sağlanırsa iyileşmenin ve yapıcı birçok şeyin bireyin kendisinden çıkacağını savunmuştur. Zihinsel ve eğitsel bir prosedürle, bir bireye yardımcı olabilmenin mümkün olmayacağını ifade etmiştir. İyileşmenin ön koşulunun bireyin olduğu gibi kabul edildiği bir ortam oluşturabilmek olduğunu söylemiştir. Rogers, burada bahsettiği “kabul” kavramının eyleme geçirilmesinin terapistin kendisinin de değişim yaşaması gibi bedelleri olduğu için kolay gerçekleşemeyeceğini belirtmiştir.
Rogers’a göre bireyin benliğinin derinliklerine inmesi ve onu olduğu gibi kabul edebilmesi oldukça ürkütücüdür. Terapistin onu “gerçek anlamda” dinlediğini ve kabul ettiğini algılayan birey, benliğinin keşfi ve kabulü için adım atabilecektir. Burada terapistin kabul ve güven ortamını sağlayabilmesi kadar bireyin bunu algılayabilmesinin de iyileşmede kritik olduğunu savunmuştur. Çünkü değişim bireyin kendinden gelmektedir ve terapist bireyi olduğu gibi kabul edip güven ortamı oluşturarak bireyin duyu organlarıyla algıladıkları ve deneyimlediklerini çarpıtmadan açığa çıkarabilmesine sadece yardımcı olmaktadır. Rogers, yazısının bu bölümünde terapiye uzun süre devam etmiş bir danışanı olan Bayan Oak ile yaptığı görüşmelerden kesitler sunmuştur. Bu görüşme kesitleri, terapide güvenin oluştuğu ileri oturumlarda bireyin kendini nasıl deneyimlediği ve benliğini nasıl keşfettiğini somut cümlelerle örneklendirmektedir.
İlerleyen bölümlerde Rogers, danışan odaklı terapinin felsefi yönünü detaylandırarak açıklamıştır. Rogers, bu bölümü “Kişiler Felsefesi” olarak adlandırmıştır ve burada “Yaşamın Amacı Nedir?” sorusunu kendi felsefi yaklaşımıyla açıklamıştır. Yaşamın amacını kişinin gerçekten sahip olduğu benliğini gösterebilmesi olarak tanımlamıştır. Kendi benliğini açığa çıkaran bireyin maskelerden kurtulduğunu, başkasının beklentilerini karşılamaya odaklanmadığını, kendi benliğini ve hatta başka benlikleri kolayca kabul edebildiğini ifade etmiştir. Bir sonraki bölümde ise danışan odaklı terapi üzerine yapılan bilimsel araştırmaları ve bu araştırmalar sonucunda elde edilen verileri paylaşmıştır. Rogers, danışan odaklı terapinin hem felsefi derinliğini hem de bilimsel gerçekliğini sunmuş, terapi yaklaşımının ne felsefi boyutunun ne de bilimsel gerçekliğinin yok sayılamayacağını vurgulamıştır.
Yazıya İlişkin Kişisel İzlenimlerim
Rogers’ın bu eseri onun bildiğimiz bütün kavramlarını hem açıkladığı hem de açık yüreklilikle sergilediği bir kaynak. Kitabın tümünde inandığı, araştırdığı ve kendine sorduğu soruları, ayrıca dışarıdan gelen dönütleri yalın bir dille sunuyor. Öne sürdüğü yaklaşımını sadece terapi ile sınırlandırmaması “eğitim” “aile” “kişiler arası ilişkiler” gibi hayatın birçok alanına yayması onu her kesimden bireyin okuyabilmesine esneklik tanıyor. Kitabın öznel deneyimlerle sunulması onun akıcılığını artırırken bilimsel verilerin paylaşılması da nesnel yönünü güçlendiriyor. Bu eser ruh sağlığı çalışanları için Rogeryen bir üslup oluşturmada yol gösterici olabilir. John Dewey ve William H. Kilpatrick’in öne sürmüş olduğu ilerlemeci eğitim felsefesini benimsemiş bir eğitimciye etkili bir kaynak olabilir. Ebeveynlere çocuğunun benlik gelişimini destekleyebilmeleri için genel bir bakış açısı sunabilir. Kısacası tüm ilişkileri iyileştirmede ve bireylerin keşfettikleri benlikleriyle potansiyellerini ortaya çıkarabilmelerinde rehber bir kaynak olabileceğini düşünüyorum.
Seren Tuğçe AY
Psikolojik Danışman