Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

L’avenir – Film İnceleme – Psikolektif + – Sayı – 12

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

Vizyon Tarihi: 2016

Tür: Drama

Yapım: Fransa, Almanya

Süre: 102 Dakika

IMDb Puanı: 7.0

Oyuncular: Isabelle Huppert, Roman Kolinka

Yönetmen: Mia Hansen-Løve

Isabelle Huppert’ın etkileyici oyunculuğuyla hayat bulan Nathalie, 50’li yaşlarında, işini çok seven bir felsefe öğretmenidir. Güçlü bir kadın portresi sunarken Fransa kültürünü de özümsememizi sağlayan filmin yönetmeni Mia Hansen-Løve’dır.

Bu yazı spoiler içermektedir.

Nathalie, evli, iki çocuk annesi ve işini 67 yaşına kadar yapmayı isteyecek kadar seven bir kadın. Entelektüel açıdan oldukça donanımlı. Hatta en önemli ilişkisini, eski öğrencisi Fabien ile olan, buna dayandıracak kadar. Eşinin onu aldattığını öğrendiğinde teselli bulacağı entelektüel birikimi bazen savunma bazen de başa çıkma mekanizması olarak karşımıza çıkmakta. Okumalarından ve mesleğinden arta kalan zamanını ise eskiden model olan, şimdilerde depresyonla boğuşan annesiyle geçirmekte.

Nathalie’nin annesi Yvette’le ilk temasımız sabaha karşı gelen telefonda panik atak geçirdiğini söylediği andır. Nathalie ise sıklaşan bu panik ataklara inanmamakta ve her seferinde itfaiyeyi çağırmak istememektedir. Bu atakları ve intihar girişimlerini depresyonun sonucu olarak gördüğünden onu bir bakım evine yatırmak istemektedir. Anne hakkında pek bilgiye sahip olmasak da yalnızken depresif duygudurumunda, etrafında sevdikleri olduğunda ise daha neşeli olması sebebiyle atipik depresyon belirtileri göstermektedir. Atipik depresyon, üzüntü ve mutluluğun aşırı uçlarda yaşandığı ve bu nedenle fark edilmesi zor bir depresyon türüdür. Atipik depresyondan farklı olarak klinik depresyonda ise kişi uyaranlara yanıt vermemekte ve zevk, mutluluk gibi pozitif duyguları hissetme konusunda sorun yaşamaktadır. Yvette’in aile geçmişine baktığımızda annesi genç yaşta ölmüş ve babasını da neredeyse hiç tanımamaktadır. Anne ve babası tarafından sevilen, güven verilen bir ortamda büyümemesi sebebiyle Yvette’in terk edilme şeması geliştirdiğini söyleyebiliriz. Şema terapi, erken çocukluk ve ergenlikteki olumsuz yaşantılar sebebiyle kalıplaşan yargıları odağına alan bütüncül bir psikoterapi modelidir. Şema alanlarından biri olan terk edilme şeması sebebiyle kişi, etrafındaki insanların onu her an terk edebileceğini düşünür ve bununla ilgili endişe duyar. Yvette’in sıklıkla panik ataklar geçirip kızını, itfaiyeyi aramasını ve eski evliliklerinde mutlu olamamasını bununla ilişkilendirmek mümkündür. Çünkü bu şemaya sahip olan kişiler kaçınma, teslim olma ve aşırı telafi gibi stratejiler uygular. Özellikle film boyunca gördüğümüz kadarıyla annesi sürekli Nathalie’yi arayarak aşırı sahiplenici ve kontrolcü bir strateji izlemektedir.

Nathalie, annesinin ölümü ve eşinin terk edişi sonrası duygularını inkar ederek başa çıkmaya çalışmakta. Sıklıkla kötü durumda olmadığını söylese de bazen yazlık evin bahçesine verdiği emek bazen de ansızın doğada gezintiye çıkan kedisi üzerinden aktarımlarla duygularını yaşamakta. Fabien, sohbetleri sırasında “Hayatını değiştirmeye çalışan fikirleri düşünmekten kaçıyorsun.” diyerek terapi süreçlerinin en hassas noktalarından olan yüzleşmeyi kullanmakta adeta. Bu cümleden sonra geçmişle bağını tamamen koparıp an’da yanında olanlarla hayatına devam ettiğini görmekteyiz. Tüm bunları değerlendirdiğimizde Nathalie tam anlamıyla psikososyal gelişim kuramının üretkenliğe karşı durağanlık evresindedir. Yazdığı kitaplarla bu zamana kadar olan birikimini genç kuşaklara aktarma çabasının yeniliği yakalayamaması, eskiden beri sahip olduğu kişilerin ve düzenin değişimi nedeniyle monotonlaşma endişesi taşıdığını göstermektedir. Fabien’in de yorumuyla durağanlık evresiyle mücadeleye başlar ve kendini yeniden keşfederek yeni deneyimlere atılarak dönemin ikilemlerinden üretkenliğe yönelmektedir.

Filme ilişkin izlenimlerim

Ana karakterin felsefe öğretmeni olması sebebiyle çokça felsefi ve varoluşsal sorgulamalar yer almakta. Özellikle özgürlüğü anne ve eş sorumluluğunun olmaması olarak tanımlaması oldukça ilginç. Filmi “kaybetmenin özgürlüğü” olarak tanımlayabilirim bu nedenle. Hayatı derin sorgulamalarla geçmiş birinin kendini döngü içinde bulması ve zaman içinde bu döngüden sıyrılıp sağladığı uyum, modern dünyanın getirilerinden biri olan bireyselliğin çok da kötü olmadığını vurgular gibi. İzleyenlerin tonla soruyla baş başa kaldığı L’avenir, izlenmesi gereken ve hak ettiği ilgiyi görmesini dilediğim bir film deneyimi.

                                                                                              Ayşe Çokyavaş

                                                                                              Psikolojik Danışman