
Kitap Künyesi
Yazar Adı: Sadık Hidayet
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2022
Sayfa Sayısı: 88
İran edebiyatından en iyi tanıdığımız yazar, çocuk kitapları yazan Samet Behrengi’dir. Sadık Hidayet ise ona göre daha az bilinmektedir. Sadık Hidayet’in dili daha muğlak, daha moderndir. İncelemesini yapacak olduğum 1936 tarihinde ilk baskısını yapan Kör Baykuş romanının İran’da satışı yasaklanmıştır. Kitabın yazarı, kendi kültürüyle kaynaşamamış bir isimdir. İran’ın politik ortamının onun hayatı ve yazarlığı üzerinde kafa karıştırıcı bir unsur olarak önemli bir etkisi olduğu görülmektedir. Kırk sekiz yaşında intihar ederek ölmüş bir yazardır, Sadık Hidayet. Onu bilen bir dostu ölmeden hemen önce annesi ‘Salgı salamaz ol!’ diye beddua eden bir yavru örümceğin hikayesine takılı kaldığını söylemektedir. Hikâye taslağına göre küçük örümcek ağ yapamayınca ölüme kurban gitmiştir. Sadık Hidayet, Kör Baykuş hikayesinde de anne figürüne oldukça önem vermekte, baba figüründen ise çok daha az bahsetmektedir. Belki de aradığı cevap yazarın hiç bakmadığı yerdedir.
Romanda şimdi ile geçmiş; anılar, rüyalar ve an iç içe kaynaşmış, kenetlenmiş olarak verilmektedir. Yazar ne kadar bilincindedir bilinmez; anlatısıyla, geçmişi bırakamadığımızda yaşanan anın rüyadan farkının kalmadığını söylemektedir. Bir psikoloji kavramı olarak ruminasyon travmatik etkileri olan olaylarla ilgili düşüncelerin zihinde sürekli tekrarlanmasını ifade etmektedir. Bu kavramın bilişsel aşırı odaklanma, zihinde geviş getirme diye adlandırıldığı da görülmektedir. İşlevsel olmayan bu düşünme biçimine depresyon ve yalnızlık çeken bireylerde daha sık rastlanmaktadır. Romanda da yazar, kahramanını yalnız ve afyon aracılığıyla kaçınma davranışına sığınan bir adam olarak çizmektedir. Biçare adamın tek korkusu kendini tanımadan yarın ölebilecek olması ihtimalidir. Bu anlatıyı ortaya koymasını da kendisini gölgesine tanıtma isteği olarak açıklamaktadır. Gölge kavramıyla yazarın Jung’a gönderme yapıp yapmadığı bilinmemekle birlikte gölgenin, Jung’un analitik psikolojisinde insan psikolojisinin vahşi, karmaşık ve bilinmeyen; tekinsiz yönü olduğu bilinmektedir. Bir başka açıdan; öyküsel terapide bir teknik olarak metaforların kullanıldığı bilinmektedir. Metafor kullanımı; işlevsel savunma mekanizmalarının/baş etme stillerinin daha sık kullanılmasıyla sonuçlanmaktadır. Buraya dikkat ediniz! Gerçekle bilinçdışının karıştığı muğlak alanı betimlemek için psikanalistler tarafından kullanılan bir metafor vardır: kavanoz metaforu. Eğer ruh aygıtı bir kavanoz olsa ve bu kavanozun kapağı sımsıkı kapalı olsa, bu kişinin daha çok obsesyonlara yatkın olduğu anlamına gelmektedir. Kavanoz tamamen açık olsa da psikoza daha yakın olduğunu temsil etmektedir. Kavanozun ne tamamen kapalı ne de tamamen açık; yarı kapalı yarı açık olması gerekmektedir. Psikolojik açıdan sağlıklı ve işlevsel olan yapı tam olarak bu metafora benzemektedir. Romandaki kahraman; ilk sayfalarda sürekli aynı nesnenin resimlerini çizen, daha obsesif yapıda bir tabloda iken sayfalar ilerledikçe, giderek daha çok bu kavanozlardan tamamen açık olana benzemektedir. Romanın sonunda dengeler kurulduğunda geride maalesef birçok acı ve saçmalık kalacaktır.
Sadık Hidayet’in bu kitabı; yazarların onları yeri geldiğinde intihara sürükleyen travmayı, yaşadığı süregelen ruminasyonları ve gerçekle bilinçdışının karıştığı muğlak bir yaşamı sanat yapıtlarına konu ettiklerinin ipuçlarındandır. Ruminasyonların temelinde suçluluk duygusu yatmaktadır. Suçluluk duygusu bireyin yaşayabileceği en ağır duygulardan başlıcasıdır. Bu duygunun bireylerin hayatında ne kadar etkili bir duygu olduğu, yazarların hayatlarına da onların sanat yapıtlarına bakılarak da anlaşılabilmektedir. Bu bağlamda psikolojik danışmanlık alanında travma yaşayan bireylerle çalışırken, işlevsel biçimde duygu düzenleyebilmeye verilmesi gereken önemin altını tekrar tekrar çizmek hiç de yanlış olmayacaktır.
KİTABA İLİŞKİN İZLENİMLERİM
Romanın psikolojik danışma alanında çalışan bireylere oldukça önemli bir mesaj verdiğini düşünüyorum: İntihar etmeyi planlayan biri bağıra çağıra içindeki bu karamsarlığın sinyallerini verecektir. Öte yandan kitabın oldukça ataerkil bir dille yazıldığını düşünüyorum. O nedenle mutlaka bir kurama dayanarak okunması gereken kitaplardan biri olduğunu düşünerek bu incelemeyi yazdım. Değinmek istediğim son nokta ataerkillikle ilgili: Bilimde, gündelik bilgi denilen bilgi türü, maalesef çoğu zaman hafife alınıyor. Devam ettiğim yaratıcı yazarlık eğitimlerinin birinde, her kadın gençken annesine tepkilidir; ancak biraz olgunluk kazandıklarında annelerinin reçellerini yapar, şeklinde bir söz duymuştum. Ve bu söz bana müthiş ataerkil gelmişti. Gündelik bilginin değerini artık önceye göre daha iyi anlayan biri olarak umudu düşlerken daha iyimser olmalıyız, diyerek sözü tamamlıyorum.
Elif GÖK
Psikolojik Danışman