Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

THE INTERN (STAJYER) – FİLM İNCELEME – Psikolektif + – Sayı – 17

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Film Künyesi

Vizyon Tarihi: 2015

Tür: Komedi

Yapım: ABD

Süre: 121 dakika

IMDb: 7,1 / 10

Oyuncular: Robert De Niro, Anne Hathaway, Rene Russo

Yönetmen: Nancy Meyers

Kurduğu e-ticaret girişimi ile başarılı bir büyüme yakalayan Jules, şirketinde sosyal sorumluluk projesi kapsamında kıdemli staj programı başlatmıştır. Programın ilk kıdemli stajyeriyse 70 yaşındaki emekli Ben olur. Ben’in şirketteki görevi, yoğun bir iş temposu bulunan Jules’a asistanlık yapmaktır. Kıdemli staj programını gereksiz gören ve yaşlı birinin kendisine katacak bir şeyleri olmadığını düşünen Jules açısından bu düzene alışmak zorlayıcı olacaktır.

“Yazı Spoiler İçermektedir”

Film, Freud’un sevmek ve çalışmak üzerine söylediği sözü ile başlamaktadır. Freud, sağlıklı insanı sevebilen ve çalışabilen insan olarak tanımlamıştır. Filmdeki karakterlerden Ben Whittaker, uzun yıllar boyunca çalışmıştır. Emekli olduğunda ilk birkaç ayın ardından yeni hobiler edinmek için türlü kurslara gitmiş, dünyayı gezmiştir. Kendi tabiriyle her seyahatten dönüşte “hiçbir yerde kendisine ihtiyaç olmadığı gerçeği” ile yüzleşmiştir. Bir şeyler üretememek, birilerinin kendisine ihtiyacı olmadığını hissetmek Ben’i rahatsız etmeye başlamıştır. Bu durum Ericson’un psikososyal gelişim kuramındaki üretkenliğe karşı durağanlaşma evresini hatırlatmaktadır. Ben’in, yeni deneyimlere açık olması sayesinde gelişim döneminin krizi olan durağanlaşma ve çöküş süreci ile baş edebildiği düşünülmektedir. Kabul edildiği kıdemli stajyerlik programıyla birlikte yeniden üretkenlik fırsatı yakalamıştır. Bu durumun karaktere ne kadar iyi geldiği filmde gözler önüne serilmektedir.

Jules, hayalini kurduğu şirketi kuran ve onu daha başarılı kılmak için elinden gelenin fazlasını yapmaya gayret eden bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Şirketteki tüm işleri takip etmeyi kendine görev edinmiş hepsini kendisi kontrol etmeye çalışmaktadır. Jules’ün bu tavrı çalışkanlıktan çok işkoliklik olarak değerlendirilebilir. İşkoliklik, bireydeki iş başarısı takıntısı yüzünden onaylanma ve toplumca daha çok takdir görme motivasyonlarıyla ortaya çıkan daha fazla güce ve kontrol becerisine sahip olma gayreti olarak tanımlanmaktadır. Filmde Jules, tam da bu şekilde kendisini ve ailesini ihmal edecek kadar çok çalışmaktadır. Öyle ki Jules’un bu çalışma temposu karşısında eşi Matt kendi işini bırakmış, evde çocuk bakımı ve evin tüm sorumluluğunu üstlenmeye başlamıştır. Her ne kadar bu durumu kendi kararıyla eşini desteklemek için yapmış olsa da zamanla Jules’ün çok çalışmasından ve kendilerini ihmal etmesinden şikâyet etmeye başlamıştır. Bununla da kalmayarak Jules’ün işlerinin azalabilmesi için şirkete bir CEO alması için baskı yapmaktadır. Filmde, birbirleriyle vakit geçirememelerinden, sohbet edememelerinden, cinsel yaşantılarının sınırlanmasından Jules ve Matt’in evlilik doyumlarının azaldığı yorumu yapılabilir. İş hayatı ve aile hayatında bir denge kurulamamasından kaynaklı olarak bireylerin iş düzenlerinin aile içindeki rollerini yerine getirmesine engel olmasından doğan çatışmalar iş-aile çatışması olarak tanımlanmaktadır. İş-aile çatışmalarının evlilik doyumunu ve ebeveynlik doyumunu anlamlı düzeyde etkilediğine yönelik çalışmalar bulunmaktadır (Bonebright v.d., 2000, Buelens ve Poelmans, 2004, Russo ve Waters, 2006). Yapılan çalışmalarda, evlilik doyumu düzeyinin mi işkolikliği ve dolayısıyla iş-aile çatışmasını; yoksa iş-aile çatışmasının mı evlilik doyumunu yordadığına ilişkin bir sonuca varılamamaktadır. Filmde de bu konuyla ilgili bir çıkarım yapılamamıştır.

Filmde Jules karakteri, işinin her bir parçasıyla kendisi ilgilenmeye çalışmaktadır. O kadar işinin arasında kâh çağrı merkezinde telefonlara bakmakta kâh müşteriye gidecek olan malzemelerin paketlemelerini yapmaktadır. Mükemmeliyetçi ve kontrolcü tavırları yüzünden her şey kendisinin onayını beklemekte bu da işleri içinden çıkılamaz bir hale sokmaktadır. Tüm bu kaosunun içinde Jules, kıdemli stajyer Ben’in rehberliğiyle rahat bir nefes almıştır. Tüm tecrübesi ve bilgisine rağmen Ben, Jules’e karşı her zaman uygun mesafeyi ve iletişim dilini benimsemiştir. Jules’ün istemediği hiçbir konuda ona müdahale etmemiştir. Bu yaklaşım sayesinde Jules kararlarına müdahale edildiği hissine kapılmadan Ben’in rehberliğini kabul etmiş ve bu sayede hayatı da daha kolaylaşmıştır.

“Filme ilişkin izlenimlerim”

Kuşak çatışmalarının çok net hissedildiği filmde Ben karakterinin iş motivasyonunun yüksek olması, otoriteye duyduğu saygı, çözüm odaklı planlama yapabilmesiyle X kuşağına ait olabileceği düşünülmüştür. Bununla birlikte Y kuşağının yoğun çalışma, hayallerine kulak verme, başarı ve parayı önemseme gibi özellikleri Jules’ün tavırlarında göze çarpmaktadır.

Filmde, güçlü bir kadın karakter olarak yansıtılan Jules, aldatıldığını bildiği halde bunu görmezden gelmektedir. Hissettiği yalnız kalma korkusu karakterin aldatılma öyküsü ile yüzleşmesine engel olmaktadır. Bununla birlikte aldatıldığı için kendini suçlama eğilimindedir. Jules’ün işkolikliği mi eşi ile olan ilişkisini zedelemiştir yoksa ilişkisindeki zedelenme mi onu işkolikliğe sürüklemiştir bu izleyici olarak benim cevabını bulamadığım bir soru oldu. Bu konuda siz ne düşünürsünüz?

Feyza KILINÇ TAYFUN

Uzman Psikolojik Danışman