TEPKİMİZİN BÜYÜKLÜĞÜ ATTIĞIMIZ TWEET SAYISINA DENK!

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 4 Dakikadır.

Türkiye gibi duygusal güdüleriyle hareket edenlerin çoğunluğu oluşturduğu toplumlarda, adaleti arama/sağlama yöntemleri ve bir olay/durum karşısında tepki gösterme biçimleri de gün geçtikçe duygusallaşabilmektedir. Bazılarımız tepkilerimizi hukuki yollarla koyar, adaleti dokunulmaz, yargı sistemini ve yargı sisteminin içerisindekileri yüce görürken; bazılarımız ise bazı olumsuzluklar konusunda toplumsal görünürlülük ile daha hızlı sonuç alınabileceğini düşünmekte ve kitlesel desteğe ihtiyaç duyabilmektedir. Sorunlarının çözümü için insanlar, tarihin farklı dönemlerinde farklı tepki biçimleri geliştirmiştir (Narmanlıoğlu, 2016). Günümüzde ise tepki göstermenin bir yolu olarak şüphesiz sosyal medya platformları sıklıkla tercih edilmektedir.

Üretildiği 1940’lı yıllardan itibaren 1990’lı yıllara kadar sürekli değişim ve gelişim içerisinde olan bilgisayar, 1990’lı yıllara gelindiğinde internet ile buluşmuştur. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Web 2.0’ın çıkışıyla internet dünyası yeni bir boyut kazanmıştır (Turhan, 2017). Zaman içerisinde sosyal medyanın ortaya çıkması, sosyal medyanın farklı yaş gruplarından farklı insanlara çeşitli hizmet modellerini sunması ve internet kullanımının kontrol edilemez boyutlara ulaşması ile birlikte, bireylerin çevreleriyle olan iletişim ve etkileşim kurma potansiyelleri de önemli ölçüde dönüşmüş ve dönüşmektedir (Batu ve Yanık, 2019). Sosyal bir varlık olarak insanın, çevresiyle ve diğerleriyle ilişki kurma gereksinimi, varoluştan bu yana süregelen temel gereksinimlerden biridir (Gençdoğan, Halmatov ve Seçer, 2013). Öyle ki Amerikalı Psikolog Abraham Maslow tarafından oluşturulan kişilerin gereksinimleri kuramında, piramidin üçüncü basamağı aidiyet, sevgi, kabul görme, sosyal yaşam gibi sosyal ihtiyaçları içermektedir. Başlangıçta yalnızca bilgi arama amacıyla kullanılan internet, insan ihtiyaçlarının çeşitlenmesi ve sosyal medyanın eş zamanlı gelişimiyle; sosyalleşme, eğlence ve fikirleri ifade etme gibi çok fonksiyonlu bir yapıya bürünmüş ve bürünmektedir. Bugün, insanların sosyal sorunlar ve çeşitli olumsuzluklar konusundaki süreçlere katılım göstermeye meyilli oldukları bilinmektedir; toplumu ilgilendiren konulara, bireylerin farklı pratikleriyle katılımı ise “aktivizm” olarak ifade edilmektedir (Narmanlıoğlu, 2016).  Slacktivism ise İngilizce slacker (tembel) ve activism (aktivizm) kelimelerinden türetilmiş bir kavram olup, kişinin önemli olduğunu düşündüğü bir konuya dair yalnızca içini rahatlatmak ve/veya öfkesini yansıtmak adına destek verme pratiğidir.

İlk olarak Dwight Ozard ve Fred Clark tarafından 1995 yılında Cornerstone Festivali’nde kullanılan bir terim olan slaktivizm, “dijital bir eylemi durduğu yerden destekleme” anlamına gelmektedir. Dilimize “tembellik aktivizmi” olarak çevrilen bu kavram, internet dünyasının beraberinde getirdiği aktivizm çeşitlerini ya da bir anlamda yansımalarını içermektedir (Akt., Yegen, 2014). Slaktivistler, bilgisayar veya telefon başından imza kampanyalarına destek vermekte, bazı gruplara katılmakta ya da bazı konulara dair görüş, tepki ve desteklerini bazı içerikleri kopyalamak ve paylaşmak sureti ile iletmektedir. Üstelik bu iletim, konuya ilişkin yeteri kadar bilgi olmaksızın yahut harekete geçmeksizin gerçekleştirilmektedir. Slaktivistler bir eyleme fiziksel olarak katılmak yerine, daha az riskli olarak çevrimiçi platformlardan destek vermektedir. Bu yüzden de genellikle imza, tweet atma etkinliği veya bağış kampanyası gibi yolları tercih etmektedir. Ozard ve Clark’ın bir seminerde “en hızlı aktivizm” biçimi manasında kullandıkları slaktivizm, günümüzde belki de en geniş aktivizm biçimlerinden birini ifade etmektedir. Slaktivizm ile çoğu birey “duyarlı vatandaş” konumunda kendisini tatmin ederken, olumsuzluklara kendi çapında müdahale etmiş ve sürece bir şekilde dâhil olmuş olmanın haklı gururunu hissetmektedir. Oysa Morozov’a göre slaktivistler bir konuya ilişkin verilen desteğin yalnızca görüntüsünü temsil etmektedir ve gerçek anlamda destek istenen bir konuya ilişkin nitelikli katkılarının olması çok da olası değildir (Akt., Kristofferson, Peloza ve White, 2013). Enformasyon toplumu içerisinde elbette internetin ve sosyal medyanın varlığı önemlidir. Sosyal konular ile sorunlar çerçevesinde bireylerin bilgi sahibi olması ve farkındalık düzeylerinin artması, sosyal medyanın sağladığı bazı imkânlar arasında sayılabilir. Aynı zamanda sosyal medya, belirli bir amaç etrafında toplanmış insanların; kamunun ve yöneticilerin dikkatini çekebilmek, sorunun çözümü konusunda rol alabilmek amacıyla yürüttükleri aktivist mücadelelerin yer aldığı mecralardan biridir. Ancak aktivizmin bu biçimi, farklı sorunları beraberinde getirebilmektedir. Bazı kaynaklarda özellikle internet ortamının yarattığı sözde güvenli ortamın, fiziki dünya aktivizmini olumsuz yönde etkilediği belirtilmektedir.

Yazının sonuna yaklaşırken geçtiğimiz haftanın slaktivizm örneklerini ele alalım: Taksim’deki Onur Yürüyüşü ve Elmalı Davası. Her ikisi de oldukça can sıkıcı, adaletsizliklerin had safhada olduğu olaylar. İlk değiller ve muhtemelen son da olmayacaklar. Sosyal medyada bu iki farklı konuya dair milyonlarca paylaşım bulmak mümkün. Üstelik bu paylaşımların çoğu ne yazık ki örseleyici ve ötekileştirici, etik ihlâllerle dolu. Tembel aktivitizmi üzerine bunca konuşmuşken, kendimize dönüp “Ben bir slaktivist miyim?” diye soralım istiyorum. Bu tür paylaşımları yaparken; görüş, tepki ve desteklerimizi sosyal medya üzerinden iletirken, gerçekten de mevcut bir adaletsizliğe karşı sesimizi yükseltebiliyor muyuz? Yaptığımız paylaşımın yarar ya da sonuçlarını gerçek anlamda değerlendirebiliyor muyuz? Örneğin, imza attığımız bir kampanyanın yetkili mercilere ulaştığından emin oluyor muyuz? Kendi takipçilerimizle defalarca paylaştığımız ve muhtemelen onların da defalarca paylaştığı adaletsizlik mesajları sonucunda adalet yerini bulabiliyor mu? Milyonlarca tweet kadın cinayetlerini durdurabildi mi? Kaçımız Taksim’deki yürüyüşün sonuçlarından haberdar? Kaçımız istismar mağduru iki kardeşin ne yaşadığını biliyor? Bir eylemi yaparken sırf “çoğunluk yaptığı için” mi yapıyoruz? Her paylaşımda vicdanımız biraz daha rahatlıyor mu? Sizce de duyarlılıkları yahut tepkileri -verdiğimiz zararları önemsemeksizin- paylaşımlar üzerinden ilerletmenin sonuçları endişe verici değil mi? Değişimin ötesinde bir değişimi savunmak için çaba göstermeye hazır mıyız? Bu savaşı basit bir ekranın ötesine taşırsak, gerçek değişimi gerçekleştirebilir miyiz?

            Kaynakça

Batu, M., ve Yanık, A. (2019). Yeni Medyada Aktivizm Hareketleri Üzerine Zengin Medya Kısır Aktivizm Tartışmaları. Connectist: Istanbul University Journal of Communication Sciences, (56), 179-208.

Gençdoğan, B., Halmatov, S., ve Seçer, İ. (2013). Duygusal Tepkisellik Ölçeğinin Türkçeye Uyarlanması: Güvenirlik ve Geçerlilik Çalışması. Sakarya University Journal of Education, 3 (1), 77-89.

Kristofferson, K., Peloza, J., & White, K. (2013). The Nature of Slacktivism: How the Social Observability of an Initial Act of Token Support Affects Subsequent Prosocial Action. Journal of Consumer Research, 40 (6), 1149-1166.

Narmanlıoğlu, H. (2016). İnternet Aktivizmi ve Miskin Eylemcilik Üzerine Bir Araştırma. Tarih Okulu Dergisi (TOD), 9 (25), 437- 454.

Turhan, D. (2017). Dijital Aktivizm. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (26), 26-44.

Yegen, C. (2014). Bir Dijital Aktivizm Biçimi Olarak Slaktivizm: Change.Org Örneği. Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi, 4 (2), 84-108.

           Görsel Kaynakça

  1. The Talon – Turning Slacktivism İnto Activism
  2. Tala Ladki – From Activism To Slacktivism

Münire AKYÜZ

Necmettin Erbakan Üniversitesi / Aday Sosyal Hizmet Uzmanı