Kişisel Algılama Yanılgısı

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

“Çok çirkinsin, çok kötüsün, hiçbir değerin yok.” Çirkin, kötü, değersiz olan gerçekten ben miyim; yoksa bunları söyleyen bireyin duygu, düşünce ve inançlarını yansıtan cümleler mi bunlar?

Bireye, diğer insanların sözlerinden veya davranışlarından sonra olumsuz duygular hissettiren; kendisinin çirkin, kötü ve değersiz olduğunu düşündüren durum, bu cümlelerin kişisel algılanmasından kaynaklanmaktadır. Kişisel algılamanın temelinde algılama sürecindeki faaliyetlerin çarpıtılması yer almaktadır. Dövücü (1999), algılama anında beynin; bireyin içinde bulunduğu durumdan beklentilerini, geçmiş yaşantılarını, toplumsal ve kültürel etkenleri hesaba kattığını belirtmekte ve gelen duyuları seçme, bazılarını ihmal etme, bazılarını kuvvetlendirme, arada olan boşlukları doldurma ve beklentilere göre anlam verme eylemlerinin bu aşamada yapıldığını savunmaktadır. Yani birey, tüm bu eylemleri gerçekleştirirken söz ve davranışın amacı ile ilgili çıkarımlar yapmakta ve kararı, bu amacı nasıl algıladığına dayanmaktadır. Farklı insanlar, kişiliklerine ve geçmiş deneyimlerine bağlı olarak farklı sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.

Alıngan bir kişiliğe veya olumsuz geçmiş yaşantılara sahip bireylerin kişisel algılama yanılgısını yaşama ihtimali, olumlu geçmiş yaşantılara sahip bireylerin bu yanılgıyı yaşama ihtimaline göre artmaktadır. Bunun temelinde bireyin herhangi bir ortam ya da durumda duyum ve algılama sürecinde odak noktasına kendisini koyabileceği düşünülmektedir.  Ruiz (2019); bireysel önemlilik ya da kişisel algılamanın bencilliğin en üst düzeydeki ifadesi olduğunu ve her şeyin “kendimizle ilgili” olduğunu varsaydığımızı belirterek eğitim sürecimiz içinde, ehlileştirme sürecimiz içinde her şeyi kişisel algılamayı da öğrendiğimizi savunmaktadır. Birey, çeşitli durumlarda sergilediği davranışları ya da aklından geçenleri düşündüğünde diğer insanlara yönelik dile getirdiği düşüncelerinin, yani öznel duygu, düşünce ve inançlarını yansıttığını fark etmektedir; her şeyin merkezinde kendisi olduğunu görmektedir.

Bireyin her şeyin merkezinde kendisini gördüğü yani yaşamını sürdürdüğü ortam bu yanılgıya yol açan önemli bir etken olmaktadır; çünkü çevre bireyin duygu, düşünce ve inancını etkilemektedir. Algılama süreci sonrasında birey, boşlukları doldurma, beklentilere uygun cevap verme amacı ile hareket etmekte ve toplum da kendi beklentisine yönelik bir yargı oluşturmaktadır. Birey, geri bildirim olarak nitelendirdiği yargı ve davranışları kendisi ile özdeşleştirerek kişisel algılama yanılgısına kapılmakta ve içselleştirme sürecine girmektedir. Birey, içselleştirme sürecine girdiğinde gerçeklikten kopmakta ve diğer insanlar her ne kadar söylemek istediğini söylese de kişisel algılama yanılgısı, bireyin anlamak istediğini anlamasına sebep olmaktadır.

Duyumlar ve davranışlar algılanırken birey, bunları salt duyum ve davranış olarak kabul ettiğinde kişisel algılama yanılgısına düşmemekte diğer bireylerin beklentisine göre şekil almamaktadır. Bunu anladığında kendisini başkalarının olumsuz görüşleri, yargıları ve eylemlerinin üzerinde tutabilmektedir; bu durumun üstünlükle bir ilgisi olmamakta, bu sadece egonun farklı bir şekilde ortaya konulması olarak değerlendirilmektedir. Olumsuz söz ve davranışlar sonrasında, salt duyum ve davranış kabulü ile birey, kendisini kim olarak düşündüğü ve hangi inançlara meydan okuduğunu anlamaktadır. Böylelikle seçimlerinin ve çevresindeki kişilerin kendi hayatında, önceliklerinde yerini fark etmekte, öz-farkındalığını arttırmakta ve empati düzeyini geliştirmektedir.

Kaynakça

Dövücü, T. (1999). Türkiye’den NLP ve Sibernetik Uygulamaları. İstanbul: Beyaz Yayınları.

Ruiz, D. M. (2019). Dört Anlaşma. İstanbul: Kuraldışı Yayıncılık.

Görsel Kaynakça

https://www.pinterest.ru/pin/485896247288118937/ adresinden alındı.

Özge ÇANKAYA

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

Aday Psikolojik Danışman