Şiddet olgusu, geçmişten günümüze farklı düzeylerde ve farklı şekillerde varlığını sürdürmektedir. Birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkan şiddet, genellikle atfedilen güç dengesizliğinden kaynaklanmaktadır ve kadınlar ile çocuklar, şiddetten en çok etkilenen kişiler olmaktadırlar (Akkaş ve Uyanık, 2016). Sülün ve Topçu (2020) tarafından yürütülen çalışmada katılımcıların %42’si kendilerinin ya da çevrelerindeki birinin şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir. Kadınların %56’sı bu durumun farkındayken erkeklerde bu oranın %27’ye düşmesi, toplumsal algıdaki dengesizliğe işaret etmektedir. Kadına yönelik şiddet, kadınların çeşitli alanlardaki temel hak ve özgürlüklerinin erkekler tarafından ihlal edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Şiddetin amacı, kadının davranışlarını korku yoluyla kontrol etmektir. Kadının aile içerisindeki eşitsizlik temelli konumu, emeğinin değersizliği, ataerkil toplum yapısı içinde atfedilen güç ve hiyerarşik ilişkiler çerçevesinde kendinden güçlü konumdaki erkek, kadın üzerindeki otoritesinin bir göstergesi olarak kadına şiddet uygulamaktadır. Bu şiddet, kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle, acı çekmesiyle hatta ölümüyle sonuçlanabilmektedir. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri, günümüzde gerek ulusal gerek küresel anlamda en çok yaşanan sosyal sorunların başında gelmektedir. Bununla beraber, kadınların çoğunlukla eşleri, partnerleri tarafından şiddete maruz bırakıldıkları ve bu tarz durumlarda şiddetin gizlendiği bilinmektedir (Akkaş ve Uyanık, 2016).
Toplumsal cinsiyet ve kültürel farklılıklar temelinde toplumsal bir sorunun göstergesi olan kadın cinayetleri, farklı toplumlarda farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Ancak küresel boyuttaki çalışmaların ortak sonucuna göre, bu cinayetlerin yüzde 13,5’inin faili kadının en yakınında bulunan eş, sevgili ya da partner gibi kişilerdir (Stöckl vd., 2013; Akt., Karaduman ve Livberber, 2021).
Artık bilinmelidir ki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşamın her alanında yarattığı hasar, son derece yıkıcı bir olgu olan cinayetle bile sınırlı kalmamaktadır. Teknoloji çağının bir getirisi olarak medya bizleri, kitlesel bir bilinç oluşturabilecekken toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretilmesi, şiddetin normalleştirilmesi hatta failin değil kadının suçlanması tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
Günümüz dünyasında toplumsal yaşam içerisinde bireyler, yakın ve uzak çevresini medya sayesinde anlamakta ve anlamlandırmaktadır. Medya, bireylerin toplumsallaşmasında, toplumsal öğretileri öğrenmesinde son derece önemli bir yere sahip olmakla beraber reklamlar, programlar, dergiler gibi mecralar ve bu mecraların sunduğu içerikler aracılığıyla kabul gören cinsiyet stereotiplerini aktararak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de yeniden üretebilmektedir (Şener, Çavuşoğlu ve Irklı, 2016, s. 163). Bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı bir sorun olan kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin medyada topluma sunulma biçimlerini ele almak son derece önemlidir.
Bir toplumsal cinsiyet kategorisi olarak kadına ve erkeğe atfedilen roller, sıkça haberlerde, reklamlarda, dizilerde ve programlarda örtük veya açık söylemler aracılığıyla yeniden inşa edilmektedir. Özellikle kadın cinayetleri haber yapılırken, çeşitli söylemlerle cinayet mantığa bürünebilmekte ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı kalıp yargıları topluma yeniden sunulabilmektedir. Başka bir biçimde ifade etmek gerekirse bu tür haber söylemleri, olayın yansıtılmasından ziyade, eril şiddete ve otoriteye güç vermekte ve devamlılık kazandırmaktadır (Karaduman ve Livberber, 2021). Kadın cinayetlerinin çoğunlukla kadınların partnerleri tarafından gerçekleştirilmesi medyanın cinayeti özelleştirerek algıyı bu yönde şekillendirmesini kolaylaştırmaktadır (Güneş ve Yıldırım, 2019).
Haberlerdeki sözcük seçimlerine bakıldığında haber içeriğinde evli, çocuklu bir erkekle partner olma, erkeği terk etme, erkekle birlikteliği devam ettirmeme gibi durumların üzerinde önemle durularak kadın cinayetlerinin nedeninin kadının özel hayatında arandığı görülmektedir. Buna ek olarak birçok haber platformunda nedenin failin ifadesinde arandığına, failin ifadesinin merkeze alındığına sıkça rastlanmaktadır. Örnek olarak, failin kendisini terk eden kadınla yeniden birlikte olmak istediği fakat reddedilmesi üzerine cinayeti işlediğine ilişkin söylemin tüm gazetelerde haberleştirilmesi bunu açıkça göstermektedir. Çeşitli haber platformları bu örnekte de olduğu gibi cinayeti normalleştirmeye, haklılaştırmaya veya gerekçelendirmeye yönelik söylemleri kullanmaktadır. Cinayet haberleştirilirken kıskançlık krizi, sevgi, reddedilme, aldatılma, çaresizlik, öfke gibi sunum şekilleriyle gerekçelendirme yapılmakta, örtülü bir şekilde cinayetin doğal akış olduğunu telkin edilmekte, eril dil ve toplumsal cinsiyet kalıpları yeniden üretilerek pekiştirilmektedir. Öte yandan, cinayetin nasıl gerçekleştiğine ilişkin bütün detayların verilmesi suç olgusuna dikkat çekilmesinden ziyade, olayın öyküleştirilmesine yol açmaktadır. Detaylarla öyküleştirilen bu tarz haberler, cinayet için yol göstermekle beraber cinayetin kanıksanması tehlikesini doğurmaktadır (Karaduman ve Livberber, 2021).
Bu bilgiler bağlamında kadın cinayeti haberleri incelendiğinde, bu haberlerde konunun bağlamından uzaklaştırıldığı, toplumsal bir sorun olan kadın cinayetlerinin bireylere indirgendiği açıkça görülmektedir (Karaduman ve Livberber, 2021). Yapılması gereken ise bunun toplumsal bir sorun olduğunu kabul edip haber platformlarında ve yayınlarda şiddetin ve cinayetin haklı hiçbir nedenin olmadığının vurgulanmasıdır. Kadınların bir birlikteliği sonlandırma isteği, kıskançlık, sadakatsizlik ve namus kavramı kadın cinayetleri için erkekler, medya ve toplum tarafından örtük veya açık biçimde gerekçe gösterilmektedir. Burada altta yatan dinamiğin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini benimseyen kültürel yapı olduğu açıkça görülmektedir (Yılmaz ve Ören, 2021). Eril bakış açısını ve dili benimseyen, meşru kılan söylemleriyle günümüz medyası, kadınların yaşam mücadelesini oldukça zorlaştırmakta ve toplumsal cinsiyet odaklı haberciliğin ne denli gerekli olduğunu göstermektedir. Meslek etiğinden uzak bir halde biçimlenmeye devam eden günümüz internet medyasında kadınların temsili ve şiddetin sunumu son derece hassas bir konudur (Güneş ve Yıldırım, 2019).
Sonuç olarak bilimsel yayın ve istatistikler ekonomi, sağlık, eğitim, sosyal hayat gibi birçok alanda mutlak ihtiyacımız olan toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda medya ve kitle iletişiminin gözden geçirilmesi gerektiğini göstermektedir; istenen dönüşüm toplumsal sorunların çözümünde oldukça hayati bir yere sahiptir. Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında yaşamın her alanında göstermemiz gereken duyarlılığın medyada da kendine yer edinmesi son derece önemlidir.
KAYNAKÇA
Akkaş, İ. ve Uyanık, Z. (2016). Kadına yönelik şiddet. Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 6(1), 32-42.
Güneş, G. ve Yıldırım, B. (2019). Cinsiyet temelli bir savaş: Kadın cinayetlerinin medyada temsili üzerine bir değerlendirme. Toplum ve Sosyal Hizmet, 30(3), 936-964.
Karaduman, M. ve Livberber, T. (2021). Kadın cinayeti haberlerinde söylem pratiklerini aramak: Pınar Gültekin cinayeti haberleri üzerine eleştirel bir değerlendirme. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (23), 300-318.
Sülün, H. ve Topçu, E. (2020). Kadına şiddet araştırması 2020. Erişim adresi https://www.twentify.com/tr/blog/kadina-siddet-arastirmasi-2020
Şener, G., Çavuşoğlu, Ç. ve Irklı, H.İ. (2016). Medya ve toplumsal cinsiyet. F. Saygılıgil(Ed.), Toplumsal cinsiyet tartışmaları içinde (164-183. ss.). Ankara: Dipnot.
Yılmaz, E. ve Ören, B. (2021). Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin medyada yansıması. Atatürk Üniversitesi Kadın Araştırmaları Dergisi, 3(1), 46-53.
GÖRSEL KAYNAKÇA:
https://www.behance.net/gallery/101072269/Workplace-Gender-Discrimination/modules/582634677 Sanatçı: Abigail De Vera
http://getinspiredtodaycom.wordpress.com/
https://www.behance.net/gallery/21091349/Press-illustration?tracking_source=search_projects_recommended%7Csexism Sanatçı: Joan Carles Claveria
Onur İbrahim ATAY
Psikolojik Danışman