Sosyal politika, 18.yy Avrupası’nda, Sanayi Devrimi ile başlayan şiddetli sınıf çatışmaları, açlık, yoksulluk, insanlık dışı çalışma koşulları sonucu devletlerin anlayış değişimleri ile ortaya çıkmıştır.
Orta Avrupa’nın tarihine bakıldığında yoksulluk olgusunun göz önünde bulunmadığı, zenginlerin yoksulları kendi kurtuluşları için bir araç olarak gördükleri bunu da hayırseverlik mantığı çerçevesinde yaptıkları bilinmektedir. Gönüllü ve bireysel olarak yapılan hayırseverlik anlayışında ise kiliseler ön plandadır.
Avrupa’da 16. yy ile başlayan tarımda değişim süreci ile yoksulluğun da farklı bir boyut kazandığını görmekteyiz. Makineleşme ile başlayan değişim süreci (kapitalizm) ile insan gücüne duyulan ihtiyacın azalması, köyden şehre göçün başlamasına sebebiyet vermiştir. Şehre göç eden insan kitlesinin istihdam olanağı bulamaması var olan yoksulluğun katlanması ile sonuçlanmıştır. Devletler artan yoksulluğun sebebiyet verdiği olumsuz durumları ortadan kaldırmak için farklı çalışmalara gitmiştir. Yoksulun çalıştırılması, çalışmayan yoksulun tecrit edilmesi gibi uygulamalara gidilmiş ancak bu uygulamalardan herhangi bir sonuç alınmamıştır. Yoksulun çalıştırılması anlayışı ile kapitalist sistemin ucuz iş gücü ihtiyacı giderilmiş ancak yoksulluk daha da katlanmaya devam etmiştir. Aynı şekilde çalışmayan yoksulların bir arada yaşadığı kurumlarda da sefalet devam etmiş hatta yoksullar bu kurumlarda kötü şartlarda kalmaya devam etmiştir. Yani yoksul sınıf ilk başlarda toplumun vicdanını rahatlatmak amacıyla var olurken ekonomik sistemin değişmesiyle toplumda önemli bir sorun haline gelmiştir (Buğra, 2008).
Yoksulluğun toplumsal bir sorun haline gelmesi devletlerin yoksulluk olgusuna dair perspektifini değiştirmiştir. Ayrıca döneme denk gelen Büyük Ekonomik Buhran, 2. Dünya Savaşı gibi olaylar sosyal haklar, vatandaşlık gibi kavramların önem kazanmasını sağlamıştır ve devletler toplumdan tamamen sorumlu olma mantığına geçmiş ve bu yönde politika çalışmaları yapmıştır. Özellikle Almanya’da başlayan işçi kazaları sonrası işçilerin güvencelerini sağlamak için yapılan çalışmalar toplumun tamamı için düşünülmeye başlamıştır. Yoksul, işçi, zengin, kadın, çocuk demeden devletin bünyesinde yaşayan her bir bireyden devletin sorumlu olması gerektiği yönünde tartışmalar başlamıştır. Sosyal politika bahsi geçen olaylar ve tartışmalar sonucunda kendini göstermiş ve 20. yy başından itibaren devletlerin politika anlayışı haline gelmiştir.
Günümüzde sosyal politika, toplumun bağımlı çalışan, ekonomik yönden güçsüz ve özel olarak bakım, gözetim, yardım, desteklenme gereksinimi duyan kesimlerin ve grupların karşılaştıkları ya da karşılaşabilecekleri risklere, olumsuzluklara karşı en geniş biçimde korunmalarına yönelik kamusal politikaları konu alan sosyal bilim dalı olarak tanımlanmaktadır. Politikaların düzenlenmesinde ise sosyal hizmet yaklaşımı önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. Sosyal politikanın dikkat çektiği konular ve sosyal hizmet yaklaşımı birbiriyle paralellik göstermektedir. Sosyal politika ve sosyal hizmetler toplumu oluşturan her bireyin sosyoekonomik koşulların bir ürünü olduğunu vurgulamaktadır. Bireylerin sosyal açıdan ekonomik, refah, sosyal güvenlik ve kültürel mirastan asgari düzeyde de olsa pay almaları gerektiğini savunan her iki alan birbirini beslemekte ve güçlendirmektedir (Yolcuoğlu, 2012).
Sosyal hizmetler açısından makro düzeyde (devlet ve politika düzeyi) iyileştirmeler veya yenilikler yapmak istiyorsak sosyal politika kavramını, tarihini, güncel boyutunu anlamamız gerekmektedir. Bunun yanında piyasaya ve ekonomiye hakim olmalı, topluma yansıyan yönlerini iyi bir şekilde analiz etmeliyiz.
Kaynakça
Buğra, A. (2008, Kasım 15). Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika. Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, s. 1-8.
Yolcuoğlu, İ. G. (2012, Ekim). Türkiye’de Sosyal Politika ve Sosyal Hizmetlerin Geliştirilmesi. Toplum ve Sosyal Hizmet, s. 148-149.
Esra Liya Özsoy
İstanbul Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi
Sosyal Hizmet Uzmanı