Film Analizi: Soraya’yı Taşlamak

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Vizyon Tarihi: 2010

Yönetmen: Cyrus Nowrasteh

Ülke: ABD

Oyuncular: Mozhan Marno(Sorara), Shohreh Aghdashloo(Zehra), Navid Negahban(Ali)

 

 

 

Hayata 1-0 geriden başlamak zorunluluğunda bırakılan yüzde ellilik kısım; kadınlar… Bu yüzdenin birçoğundan daha şanssız olan bir kesim, İranlı kadınlar. Kadınların kişiliği olduğu düşüncesinin bile ütopik olduğu bu topraklarda duygular, düşünceler önemli değil. Rolleri evin içine hapsedilmiş, kocası olmadan hiç sayılan ve yeri geldiğinde oğlundan bile azar işitebilen kadınların coğrafyası. Gelenek göreneklerle mücadele güçleri elinden alınmış, cinsel obje veya ana sıfatından başka vasfı olmayan kadınları kucağında büyüten kültür. Filmimiz bu topraklarda yaşayan güzel fakat hemcinsleri gibi eli kolu bağlanmış Sorara’yı bizim dilimizdeki ismiyle Süreyya’yı anlatmakta. Süreyya’nın hikayesini halası Zehra’nın ağzından Fransız bir gazeteciye anlatırken izliyoruz. Hayat hikayesinden uyarlanan bu filmde gerçeklerin acısını tatmaktayız.

Süreyya 4 çocuk annesi bir kadın. Eşi Ali ise birçok kadınla düşüp kalkan, 14 yaşında bir kıza aşık olarak karısını boşamak isteyen bir çocuk tacizcisi. Süreyyadan boşanmak istiyor ve bunun için elinden gelen her şeyi yapıyor, psikolojik ve fiziksel şiddet dahil olmakla birlikte hayatı eşine zindan ediyor. Süreyya iki kızı için erkek çocuklarının ondan nefret etmesine, babalarının annelerine karşı onları doldurmasına rağmen dayanmaya çalışıyor. Bu sıralarda köyde iyi olarak nitelendirilen Haşim adlı araba tamircisinin eşi vefat ediyor ve zihinsel engelli çocuğuna bakmak için Süreyya ile anlaşıyor. Pek tabii kocası Ali’den izin alınarak yapılıyor. Süreyya bu işi kurtuluş olarak görüyor ve para biriktirmeye başlıyor. Bu durum Ali’nin ekmeğine yağ sürüyor ve köyde Molla Hasan olarak anılan din kalkanının altına sığınmış bir başka cinsel tacizciden farkı olmayan kişiyle iş birliğine başlıyor. Düşünceleri Süreyya’nın Haşim ile ilişkisi olduğunu ileri sürerek onu idam ettirmek. Süreyya ölürse ona nafaka ödemek zorunda kalmayacağını bilmek Ali’nin iştahını kabartıyor. Planlarını ince ince dokuyorlar. Ali acele etmeden karısını izliyor; eve giriş çıkışlarını, Haşim ile konuşmalarını, Haşim’in çocuğuna davranışlarını… Süreyya’nın onu aldattığına dair köyde söylenti çıkarıyor. Tüm bunlar tamam olduktan sonra köy muhtarı İbrahim’e gidiyorlar. Hasan ve Ali’ye göre daha aklı başında görünen İbrahim’in tavrı ise pek de farklı olmuyor. Haşim’i tehdit ederek yalancı şahitlik yaptırıyorlar; Haşim’in iyi gibi görünmesi burada sona eriyor. Herkesin bildiği gibi dünyada kötülüğün devam etmesinin tek sebebi iyi olanların kötülük karşısında sağır ve dilsiz olmasıdır…

İşler bundan sonra sarpa sarıyor. Ali, Süreyya’yı köy meydanında delicesine dövüyor. Süreyya zina ile suçlanıyor ve o sırada muhtar İbrahim’in söylediği sözler bir hayli manidar; “Kadına dair bir suçlama olduğunda suçsuz olduğunu kanıtlamak kadının görevidir. Aynı şekilde kadın eşine dair bir suçlamada bulunuyorsa kocasının suçlu olduğunu kanıtlamak da kadının görevidir.”. Süreyya içinde babası, oğulları, kocası, Molla Hasan ve Muhtar İbrahim olan bir grup tarafından yargılanıyor. Namusu korumanın sadece kadınlara ait olduğu bu toplulukta Süreyya, kendisini defalarca aldatan sözde namuslu eşi ve Ali’den farklı olmayan diğerleri tarafından recm’e mahkum ediliyor(Recm: Taşlayarak öldürme).

Filmin dramatik sahneleri ise bundan sonra başlıyor. Süreyya kızlarıyla vedalaşıyor, onlara bazı hatıralar bırakıyor. Büyük çocuğu onu nefretle izliyor ve bu cezanın adil olduğunu düşünüyor. Süreyya’ya gelinlik giydiriliyor. Köyde de hazırlıklar devam ediyor, taşlar toplanıyor ve erkekler saldırganlıklarını dışa vururcasına Süreyya’nın tüm köyün namusunu kirlettiğini haykırıyor. Köy meydanında bir çukur kazılıyor. Süreyya’ya son sözleri şöyle oluyor; “Ben Süreyya. Kızınız, anneniz, karınız, komşunuz Süreyya. Hepinizin evine girdim, hepinizle ekmeğimi paylaştım, hepinizi dost bildim. Bana bunu nasıl yakıştırdınız?”. Ölüm haykırışlarıyla sözleri kesiliyor ve çukura sokuluyor. Başı çukurun üzerinde kalacak şekilde gömülüyor. Bu bir merasimmişcesine ilk taşı babası atıyor ve sırayı eşi, Molla Hasan, küçücük çocukları izliyor. Erkekler içindeki hınçları taşlar aracılığıyla Süreyya’nın üzerinden atıyor. Bu vahşetle kuş kadar olan can uzaklaşıyor.

Süreyya’nın arkasından bunu herkese duyuracağım diye söz veren Zehra bu söylediğini yapıyor ve Fransız gazeteciye olan biten her şeyi anlatıyor. Binbir zorlukla da olsa köyü terkeden gazeteci bu vahşeti bize kadar ulaştırıyor. Filmde bazı noktalarda batı önyargısını hissetsek de maalesef İslam dininin kötü amaçlar için kullanıldığı, kötülüğün saf halini barındıran insanların dinin arkasına sığındığı gerçeğini görüyoruz.

Son olarak kuvvetli olmak güçlü olmak anlamına gelmemektedir. Sizi güçlü yapan elinizde fırsat varken güçsüzün üzerine gitmek değil, elinden tutup kaldırmaktır. Ezmeyin. Ezilmeyin. Ezdirmeyin.

                                                                                                          Tuğçe Erdem

                                                                                                          Psikolojik Danışman