İnsanlar, biyolojik yapısı gereği bütün duyguları yaşamaktadır ve bu duyguların yaşanma seviyesi her yaş döneminde farklı yoğunluklara ulaşmaktadır.
Ergenlik, her açıdan çok zorlu bir geçiş dönemidir. Ergenler, bu döneme uyum sağlamaya çalışırken sık sık öfke problemleri yaşamaktadır; bu problemler iç faktörler ya da dış faktörler sonucu ortaya çıkmaktadır. Hormonal değişimler, sınav kaygısı, aile ve arkadaş ilişkileri vb. etmenler geçiş döneminin zorluklarını ortaya koymaktadır.
Ergenlik döneminde bireyler hızlı bir değişim geçirmektedir: Boy uzaması, kilo artışı, sivilce çıkması gibi fiziksel değişimlerin yanı sıra kimlik arayışından kaynaklı toplumdaki yerini belirleme isteği, yalnız kalma isteği, aşırı öfkelenme gibi ruhsal değişimler de yaşamaktadır. Bu değişimler her bireyde farklı düzeylerde yaşandığından yansıtılan öfke duygusu da farklı yoğunluklarda görülmektedir. Boyu akranlarına göre kısa kalan ya da kilosu daha fazla artış gösteren ergenin daha düşük benlik saygısına sahip olma ihtimali ve öfke yoğunluğu artmaktadır.
Bu dönem özelliklerinden ergen egosantrizmi, öfkeyi artırıcı düşünceleri geliştirmektedir. Bu doğrultuda Küçükkaragöz (2004), insanların kendileriyle aşırı ilgilendikleri ve ergeni takip ettikleri şeklindeki “hayali seyirciler” ile kendisini hiç kimsenin olmadığı kadar duygusal, zeki, etkileyici olarak düşünme, ergen egosantrizminin iki yönünü oluşturduğunu belirtmekte ve ergenin kendi düşünceleri ile başkalarının düşünceleri arasında karmaşa yaşayabileceğini iddia etmektedir. Karmaşa sonucunda zihnin sürekli bu durumla meşgul olması ergenin kaygı düzeyi üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olmaktadır; bu da ergenin ruhsal yapısını büyük oranda etkilemektedir.
Bireylerin kişilik özellikleri kendine özgü olduğundan sosyal çevreleri de bireyden bireye farklılık göstermektedir; ancak her bireyin hayatında en önemli etkiye sahip kurum ailedir. Ergenin kendini koşulsuz kabul ederek hızlı değişimler sonucu yüksek duygulanım yaşamasını engelleyen temel etken, ailenin çocuğa doğumundan itibaren sergilediği olumlu tutum ve davranışlardan oluşmaktadır. Aile, onaylayıcı bir tutumla yaklaşmadığında veya ergenin gereksinimlerine yanıt vermediğinde ergenin öfke duygusu tetiklenmektedir. Ebeveynlerin ergene yönelik olumlu tutumları dönemin daha düşük düzeyde kaygı ve stres ile atlatılmasını sağlarken olumsuz tutumlar öfke nöbetlerine yol açmaktadır.
Bireylerin hayatında en önemli etkiyi aileden sonra arkadaş çevresi bırakmaktadır. Arkadaş çevresi tarafından sevilip kabul edilen ergen, ailesi ile paylaşamadığı sorunları akranlarıyla paylaşarak doğal bir yardım sürecini başlatmakta ya da benzer sorunlara sahip olan akranlarına tanıklık ettikçe ergenin özgüveni gelişmektedir.
“Öfke dışa vurumu; oluşan öfke duygusunun sözel olarak veya davranışa dökülerek dışarıya aktarılmasıdır ve öfkenin yol açtığı stresle başa çıkmada uyumsal bir tepkidir. Öfke içe vurumu; kişinin gizleyerek ya da öfkeyi içinde tutarak var olan öfke etkenlerine karşı kullandığı alternatif bir uyum mekanizmasıdır” (Albayrak, 2009). Bu doğrultuda bazı ergenler öfkesini dışa vurabiliyorken bazıları da içine atmaktadır. Bu iki tepkinin de avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır; ancak en doğru yol öfke kontrolünü sağlayabilmektir. Öfke kontrolü ile öfkenin tamamen ortadan kaldırılmayıp öfkenin zarar veren taraflarının bireyin hayatından uzaklaştırılacağı unutulmayarak, ergenlere ailesi ve çevresi tarafından gereken destek verilmelidir.
Kaynakça
Albayrak, B. Y. K. (2009). Ergenlerde Öfke İfade Tarzı Ve İlişkili Faktörler. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, 58-69.
Küçükkaragöz, H. (2004). Bilişsel Gelişim ve Dil Gelişimi. B. Yeşilyaprak içinde, Eğitim Psikolojisi (s. 78-113). Pegem Akademi Yayıncılık.
Görsel Kaynakça
https://www.magicmum.com/how-to-help-a-teen-deal-with-anger/ adresinden alındı.
https://www.neoldu.com/ergenlik-doneminde-ebeveynlere-dusen-gorevler-5678h.htm adresinden alındı.