Disosiyatif Kimlik Bozukluğu

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Disosiyatif bozukluklar, gerçeklikten kopma, olay ve duyguları ayrıştırma olarak tanımlanır. Genel görülme oranı %2-%3 civarındadır. Klinik tanıların %29’unu disosiyatif bozukluklar oluşturur (Zeligman, Greene, Hundley, Graham Jr., Spann, Bickley ve Bloom, 2017).

Disosiyatif bozukluklar içinde, disosiyatif kimlik bozukluğu, eski kullanımıyla çoklu kişilik bozukluğu, en şiddetli olandır. Diğer disosiyatif bozukluklardan ayırt edici temel özelliği; bir kişinin en az iki tane birbirinden farklı kimlik barındırmasıdır. Kişi bir ana kimlik (host identity) bulundurmakla beraber, sayısı değişebilen alt kimlikler barındırır.

Geçmişte pek çok insan ve profesyonel çoklu kimlik gibi bir durumun varlığına inanmazken, günümüzde pek çok şaşırtıcı bulgu ve tıbbi göstergeler ile böyle bir bozukluğun varlığı kanıtlanmıştır. Alt kimliklerin birbirinden farklı düşünceleri, davranışları, duyguları, farklı psikolojik bozuklukları, farklı cinsel kimlikleri (Zeligman ve ark. 2017) ve hatta farklı tıbbi rahatsızlıkları (farklı gözlük numaraları, farklı alerjileri) bulunabilmektedir. Kimlikler arasında bir benlik yitimi bulunmaktadır (Marsh, Dorahy, Huntjens, Verschuere,  Butler ve Middleton, 2018). Bazı durumlarda farklı kimlikler birbirlerinin varlığından bilinçli olarak haberdar olsa dahi genellikle kimlikler birbirinden ve birbirlerinin yaşadıklarından habersizdir. Uyku sırasında tüm kimlikler etkileşime geçerek bir kimliğin bilincinde gerçekleşen ve diğer kimliklerin hatırlamadığı olaylardan haberdar olunabilir.

Disosiyatif kimlik bozukluğu, ne yazık ki çocuklukta yaşanan uzun süreli ve şiddetli travmalara bağlanmaktadır. Kronik istismar ve ihmalle beraber en büyük risk faktörü çocuklukta yaşanan cinsel istismardır. Kadınlarda disosiyatif kimlik bozukluğu görülme oranı daha yüksek olmasına rağmen, ki bu durum kadınların cinsel istismara daha açık olmasından kaynaklanabilir, bu bozukluğa sahip erkeklerin %26’sında çocuklukta cinsel istismar geçmişi bulunmaktadır (Zeligman, 2017). Uzun süreçli ağır çocukluk travmaları, genetik yapı, sosyal, bilişsel ve kültürel özellikler, disosiyatif kimlik bozukluğunun gelişiminde risk faktörü olabilmektedir (Marsh ve ark. 2018).

Özellikle kronik hale gelmiş fiziksel, duygusal, cinsel travmalar; normal bilişsel işleyişimizden farklı bir nörofizyopsikolojik evrede yaşanmaktadır. Herhangi bir korku veya stres yaşanmıyorken, beyine nötr bir nörofizyopsikolojik evre (neurophysiopsychological (NPP) state) hakimdir, böylece yaşanlar normal bir şekilde hafızaya işlenebilir. Aşırı stres ve korku içeren olaylar beynin nötr işleyişi dışında bir alarm durumuna sebep olmaktadır. Beynin bu evreye geçmesine sebep olan travmatik olaylar, normal bilincin dışında bir nörofizyopsikolojik evrede kodlanır ve ancak travmaların kodlandığı evre ile benzer duygulara ve strese yani aynı nörofizyopsikolojik evreye girildiğinde hatırlanabilir. Böylece travmalara dair amnezi oluşabilmektedir. Bir travma tetikleyicisi/hatırlatıcısı ile karşılaşılıp aynı güçlü duyguları içeren bir nörofizyopsikolojik evreye girildiğinde bu travmalar hatırlanabilir. Bu amnezi, travmaların yarattığı duygular baş edilemeyecek bir hal aldığında beynin otomatik olarak geliştirdiği bir savunma mekanizmasına benzetilebilir. Bilişsel işlemden geçirilemeyecek yoğunlukta bir travmayla karşılaşıldığında, bu savunma mekanizması kişinin günlük fonksiyonlarını, sosyal ve bilişsel işlevlerini devam ettirebilmesi için bir koruyucu rol üstlenir (Urbina, May ve Hastings, 2017). Yaşanan travmanın boyutuna göre inkar veya yansıtma gibi savunma mekanizmaları kullanılamadığında, tekrarlanan travmalarda yaşanan nörofizyopsikolojik durumlar birleşerek benlikten ayrıştırılabilir.

Kişi, bir kez savunma mekanizması olarak ayrıştırma kullanmaya başladığında, bu temel savunma mekanizması haline gelip artarak kullanılır. Travmatik olmayan günlük yaşam streslerine dahi ayrıştırma uygulanmaya başlanır(Urbina, May ve Hastings, 2017). Bu durum her stresli durumda bir alt kimlik geliştirmeye kadar varabilir. Nadir vakalarda kişinin kimlik sayısının yüzü aştığı görülmüştür. Disosiyatif kimlik bozukluğunun terapisinde amaç birbirinden ayrıştırılmış kimlikleri ve olayları bağdaştırmak, hafızadaki kopuklukları ilişkilendirip bütün bir kimlik algısı oluşturmaktır. Fakat bu bozukluğun temeli genellikle 5-6 yaş öncesinde başlayan travmalara dayandığından (Urbina, May ve Hastings, 2017) ve kişi çok uzun süredir savunma mekanizması olarak ayrıştırmayı kullandığından terapi uzun ve zorlu bir süreçtir.

Ancak unutulmamalıdır ki terapi ne kadar zor olursa olsun, her insanın dinlenme, anlaşılma ve kabul görme ihtiyacı vardır. Çoğu kişinin mümkün olduğuna bile inanmadığı bir duruma bir kişinin bile anlayış göstermesi bu bozukluğu yaşayan insanlar için önemlidir. Disosiyatif kimlik bozukluğuna sahip bir kişiyi işleyen “Split” adlı film; bu bozukluğun şiddetli boyutlarını, semptomlarını ve gelebileceği noktaları biraz da fantastik bir algıyla gözler önüne sermiştir. Dissosiyatif kimlik bozukluğu yaşayan insanların hislerini anlatabilmek adına “Split”ten bir alıntı yapacak olursak: “Biz, ne olduğumuza inanıyorsak oyuz.”

Kaynakça

Marsh, R. J., Dorahy, M. J., Huntjens, R. J. C., Verschuere, B., Butler, C., Middleton, W. (2018). Transfer of Episodic Self-Referential Memory across Amnesic Identities in Dissociative Identity Disorder using the Autobiographical Implicit Association Test. Journal of Abnormal Psychology, DOI: 10.1037/abn0000377

Urbina, T. M., May, T., Hastings, M. (2017). Navigating Undiagnosed Dissociative Identity Disorder in the Inpatient  Setting: A Case Report. Journal of the American Psychiatric Nurses Association, 23(3), 223 –229

Zeligman, M., Greene, J. H., Hundley, G., Graham Jr., J. M., Spann, S., Bickley, E. Bloom, Z. (2017). Lived Experiences of Men With Dissociative Identity Disorder. Adultspan Journal, 16(2)

 

           Feride Zeynep Sayın

                                                                                          Aday Psikolog/Yeditepe Üniversitesi