KADININ İKİNCİL KONUMU EFSANESİ

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Kişinin, bulunduğu toplumun bir üyesi olabilmesi, o topluma uygun bir kimlik geliştirebilmesiyle mümkün olmaktadır. Cinsiyet yargıları da kimlik geliştirme sürecinde edinilen kazanımlardır (Kaypak, s.345, 2014). Kişi, cinsiyeti ile toplumsal cinsiyet rolleri arasında yapacağı eşleştirmeyle birlikte, toplumda bir yer edinmeye başlamaktadır.

Toplumsal cinsiyet rolleri; sosyal ortamda erkek ve kadının ifade edilme şeklidir. Bu bağlamda, kadın için uygun bulunan davranışlar “kadınsı” olarak adlandırılırken erkek için uygun bulunan davranışlar ise “erkeksi” olarak nitelendirilmektedir. Atfedilen cinsiyet rolleri aracılığıyla söz konusu rollerin öğrenilmesi, içselleştirilmesi ve toplumsallaştırmasıyla bireyler, toplumsal ilişkilerdeki konumlarını edinmektedir. Böylelikle erkeklik ve kadınlık rolleri, toplumsallaşma ile birlikte kişilerin kimliklerine yerleşmektedir (Akt.; Pekel, 2019).

Cinsiyet rollerine ilişkin değerler, kadın-erkek ilişkilerini tanımlamada ve anlamada temel bir işleve sahiptir. Kadınlığın ve erkekliğin temel unsurları olarak bilinen şeyler –erkekler için sert, koruyucu ve himaye edici, soğukkanlı, hükmedici olmak; kadınlar için sıcakkanlı, yumuşak huylu, güler yüzlü, hamarat, düzenli, fedakâr, cazibeli, güzel, alımlı, işveli, ayartıcı, çekingen, hayâlı olmak– iki cinse yönelik tutumları ve davranışları belirlemektedir. Kuşaktan kuşağa aktarılarak öğrenilen cinsiyet rolleri ve bunlara ilişkin değerler, kadın-erkek ilişkilerindeki beklentileri de şekillendirmektedir (Kümbetoğlu, s. 40, 2010).

Tarihsel süreçte erkek egemenliği, çeşitli yasalarla sağlanmıştır. Zira anaerkillikten ataerkilliğe geçiş öncesinde zorlu bir çatışma yaşanmıştır. Erkekler ayrıcalıklı konumlarını doğanın bir vergisi olarak göstermeye çalışıyorlarsa da aslında bunu elde etmek için savaşmak durumunda kalmıştır. Bu savaşımın anlatımı, August Bebel’in (1885) Kadın ve Sosyalizm adlı yapıtında yer almaktadır (Adler, 2017).

Erkek egemenliği hiçbir zaman doğal bir olgu olmamıştır. Buna karşın erkek, egemenliğini haklı göstermek için gücünü doğanın ona tanıdığı bir hak olduğunu iddia ederek kadının da ikincil bir varlık olduğunu öne sürmüştür. Öte yandan kadın, çoğu kez dünyadaki bütün kötülüklerin nedeni olarak gösterilmiştir. Hemen her dönemde efsaneler ve masallar; kadının aşağılık, fesat, güvenilmez, kötü ruhlu, yalancı, dönek olduğundan söz etmiştir.

Dişi olan her şeyin “ikincil” olduğu efsanesinin ciddi bir sonucu, kavramların tuhaf bir şekilde ikiye bölünmesidir. Erkek değerli, güçlü ve üstün kavramlarıyla özdeşleştirilirken; kadın boyun eğen, köleleşen ve bağımlı olan kavramlarıyla özdeşleştirilmiştir. Bu düşünce tipolojisi kültürlerde öylesine derinlere kök salmıştır ki kusursuz olan her şeye erkeksi bir nitelik yakıştırılırken daha değersiz ve eleştirilecek her şey, kadına atfedilmiştir (Adler, 2017). Bugün, kadınlara yönelen kasıtlı bu etiketlemeler neticesinde erkek egemenliği çarpıtılarak hüküm sürmeye devam etmektedir.

Kadının ikincil bir varlık olduğu ve erkeğin üstünlüğü masalı, cinsler arası uyumu mutlak bir biçimde yıpratmaktadır. Bunun sonucu olarak mutluluğu yok eden müthiş bir gerginlik durumu ortaya çıkmaktadır ve bu gerginlik, özellikle aşk ilişkilerinin zedelenmesinde önemli rol oynamaktadır. İşte bu nedenle uyumlu evliliklere sık rastlanmamaktadır; çocuklar da evliliğin olağanüstü zor ve tehlikeli bir şey olduğu inancıyla yetişmektedir.

Evliliği yalnızca bir kaçış olarak gören genç kızları ve yine evliliği yalnızca zorunlu bir bela olarak yorumlayan kadınlar ile erkekleri bir düşünün. Cinsler arasındaki gerginlikten kaynaklanan zorluklar, günümüzde devasa boyutlara ulaşmış durumdadır. Kadının çocukluğundan başlayarak kendisine dikte edilen rollere başkaldırısı ne denli güçlü ise ve erkek, kendisine tanınan ayrıcalıklı rollere ne denli sıkı sarılıyor ise cinsler arasındaki çatışma da o denli şiddetli olmaktadır (Adler, 2017).

Kadın olmanın beraberinde taşıdığı sorunlar, bir insanlık sorunu olarak değerlendirilmeli ve çözümü için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Toplum, kadın ve erkeği birbiriyle yarışan iki rakip olarak değil; birbirini tamamlayan ögeler olarak görmeli ve çatışmaların sonlanması için alternatifler üretebilmelidir (Kocacık ve Gökkaya, 2015).

Kaynakça

Adler, A. (2017). Cinsiyetler Arasında İşbirliği. Payel Yayınları.

Kaypak, Ş. (2014). Toplumsal Cinsiyet Bakış Açısından Kente Bakmak. Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, 7(1), 344-357.

Kocacık, F. ve Gökkaya Veda, B. (2005). Türkiye’de Çalışan Kadınlar ve Sorunları. C.Ü. İİBF Dergisi, 6(1), 195-219.

Kümbetoğlu, B. (2010). Değersizleştirme: Kadın Bedeninin Maruz Kaldığı Şiddet. (içinde) Kadın ve Bedeni. 39-61. (Edt.: Y. İnceoğlu – A. Kar). Ayrıntı Yayınları.

Pekel, E. (2019). Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Kadının Çalışma Hayatındaki Konumu. Balkan ye Yakın Doğu Sosyal Bilimler Dergisi5(1), 30-39.

Görsel Kaynakça

https://herstory.co.id/read4544/kesetaraan-gender-perjuangan-tanpa-akhir-melawan-stigma-negatif

https://www.webtekno.com/feminizm-nedir-h111821.html

Ebrar ALBAYRAK

Aday Psikolojik Danışman /Necmettin Erbakan Üniversitesi