CORONA MI PARANOYA MI?

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan şehrinden bildirilen bir olgu ile birlikte tüm dünya yeni bir mikroskobik canlı ile tanıştı: Coronavirüs. Bu tanışma, dünyada kırmızı alarm etkisi yaratırken 1 aylık bir süre içerisinde 19 ülkeye yayılan virüs ana haber bültenlerimizin depremlerle birlikte en çok bahsedilen konusu oldu. Ülkemizde de Corona şüphesi ile hastaneye kaldırılan kişiler olduğunu duydukça eczanelere koşup maske stoklarını tüketmeye, el dezenfektanlarını su-sabun niyetine kullanmaya hatta kalabalık ortamlardan kaçınmaya başladık. Tüm bunlar yaşanırken Ruh Sağlığı Derneği “Corono Korku Salgını” başlıklı bir basın açıklaması yaptı. Yapılan açıklamada bu virüsün sürekli gündemde olmasının bireyleri paranoyak olma derecesinde bir korkuya yönelttiği ve panik atak, fobi, stres, uykusuzluk gibi rahatsızlıkların artmasına yol açtığı belirtildi.  (Ruh Sağlığı Derneği, 2020).

Bizim gündemimize yeni düşmüş olsa da Coronavirüs mikrobiyolojik dünyanın yeni üyelerinden değil. Çeşitli hayvanları ve insanları enfekte edebilen bir virüs türü olan Coronavirüs, 2004 yılında SARS adı ile Çin’de 8000, 2012 yılında MERS adı ile 2229 kişiyi etkilemiştir. Farklı isimde enfeksiyonlar ve semptomlarla yıllardır hayatımızda olan bu virüs 2012 yılından beri bizim şuanda tanık olduğumuz seyri ile kendini göstermektedir (Yeditepe Hastanesi, 2020).

En az virüsün kendisi kadar bulaşıcı olan hastalığa yakalanma korkusu, insanlık tarihinin farklı dönemlerinde ortaya çıkan salgınlar sonucunda pek çok kez yaşanmıştır. Salgınlar kimi zaman toplumsal linçlere yol açabilirken kimi zamansa komplo teorilerinin üretilmesine neden olmuştur. Tarihin derinliklerine inersek kıtalar farklı milletler tarafından keşfedilirken Avrupalılar’ın kendilerinin bağışık oldukları mikropları Kızılderililere bulaştırarak buradaki fetihleri kolaylaştırdıklarını görürüz (Diamond, 2010). Tarihteki bu olay sonrası tüfek ve çelikle birlikte fetihleri kazandıran en büyük güç olarak karşımıza çıkan mikrop, biyolojik silah olarak birçok komplo teorisinin de başkahramanı olmuştur.  Öte yandan toplumsal lince dönüşen virüs korkusu toplumun hastalığa yakalananların eziyet görmesi gerektiğine inanmasına bile yol açabilmektedir. 14.yüzyılın kabusu olarak bilinen veba, günahkarlara verilmiş bir ceza olarak nitelendirilerek hastalığa yakalanan grupların suçlandığı toplumsal bir lince dönüşmüştür (Sarı & Khorsid, 2008).

Gözle göremediğimiz fakat somut etkilerini hasta sayısı istatistikleriyle görebildiğimiz Coronavirüs de krize dönüşebilecek nitelikte bir korku halini almış durumda.  Tıpkı veba salgınına yakalananların günahkarlıkla suçlanmaları gibi Coronavirüs salgınında da Çin vatandaşları beslenme biçimleri ile suçlanarak damgalanmaktadır. Toplumdaki bu düşünce virüsün yarasalardan kaynaklı olduğundan %90 emin olduklarını söyleyen bilim insanlarının açıklamalarından sonra ortaya çıkmıştır. Her gün çekik gözlü kişiler gördüğünde uzaklaşan veya Çin’li olmadığını belirten yazılar taşıyan çantalar takan yolcuların sayısının arttığını görmekteyiz. Peki, gittikçe evrensel bir krize dönüşmeye yüz tutan Coronavirüs korkusu ile nasıl başa çıkabiliriz?

Korkuyla başa çıkabilmek için önce onu tanımamız gerekiyor. Dostunu yakınında tut, düşmanını daha da yakınında felsefesi ile konuya yaklaşacağız. Korku genel olarak içinde bulunulan tehlikeli duruma karşı geliştirilen düşünceler sonucu ortaya çıkan duygusal bir reaksiyondur. Bu tehlikeli durum bireye kontrolün elinde olmadığı hissini verirse korku kriz halini alabilir. Yaşanan bu krizler bireyin kaçınma davranışlarını arttırarak yaşam alanını kısıtlamasına ve yaşam doyumunun düşmesine neden olabilir. Korkunun oluşabilmesi için zihnimizde bununla ilgili bir bilgi ağının oluşması gerekmektedir ve bu bilgi ağının kaynaklarından biri olarak dijital medya gösterilmektedir (Gençöz, 1998).

Dijital medyada kırmızı alarmlarla verilen haberler sonucu oluşturduğumuz zihinsel şema kimi zaman günlük hayatımızı etkileyecek derecede kaçınma tepkileri vermemize neden olabilmektedir. Tüm bunları yönetebilmemiz ise aslında bilimsel okuryazalık düzeyimizin yüksekliği ile mümkündür. Ruh Sağlığı Derneği’nden Dr.Öğretim Üyesi Ömer Akgül’e göre mevcut durumda korkuyla değil bilgi ve farkındalıkla hareket etmenin önemi büyük (Ruh Sağlığı Derneği, 2020). Bir konu hakkında bilgi düzeyimiz arttıkça onu yönetebileceğimize olan inancımız artmaktadır ve aslında panik atak, obsesyon gibi vakalarda görülen “kontrol kaybı” hissini en aza indirgememiz mümkün olabilmektedir. Bunun için Coronavirüs hakkında güvenilir kaynaklardan bilgi edinmek ve sağlıklı bir korku ile duruma yaklaşabilmek gerekmektedir.

Dünya ve ülkemiz adına tüm krizlerin beden ve ruh sağlığı bütünlüğünde atlatılabilmesi umudu ve bilginin gücünü her daim kalbinizde hissetmeniz dileğiyle yazımı sonlandırıyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

Kaynakça

Diamond, J. (2010). Tüfek,mikrop ve çelik. Tübitak.

Gençöz, T. (1998). Korku:Sebepleri,sonuçları ve başetme yolları. Kriz Dergisi, 9-16.

Ruh Sağlığı Derneği. (2020, Şubat 1). Korono Korku Salgını Basın Açıklaması. Ruh Sağlığı Derneği: https://ruhsagligidernegi.org/korono-korku-salgini-basin-aciklamasi/

Sarı, D., & Khorsid, L. (2008). Bulaşıcı hastalıklarda kaynak izolasyonunun psikolojik sonuçları. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 83-91.

Yeditepe Hastanesi. (2020, 01 30). Corona Virüsü Nedir? Yeditepe Hastanesi: http://www.yeditepehastanesi.com.tr/corona-virusu-nedir

Görsel Kaynakça

https://nayn.co/tayvanli-turist-koronavirus-olmadigini-boyle-anlatti-cinli-degilim-olurum-turkiyem/

https://www.takvim.com.tr/video/yasam-videolari/istanbullunun-koronavirus-tedirginligine-tayvanli-turistten-led-yazili-onlem-cinli-degilim-tayvanliyim-olurum-turkiyem-video

https://www.sondakika.com/haber/haber-cin-de-koronavirusunun-saptandigi-wuhan-kenti-12843231/

Psikolojik Danışman

Sibel UYANIK