Klasik çağda düşünürler insancı ve akılcı değerler sistemini kuşaktan kuşağa aktarırlardı. Fakat yakın zamanda bilim ve teknolojinin süratle gelişerek kitlelere birçok kolaylıklar ve imkanlar sağlaması sonucunda, insanların yaşadığı dünya, temelli bir değişikliğe uğramıştır. Çevre şartlarını değiştiren insanın kendisi de değişmiştir (Sinanoğlu, 1972). Bilgiye ulaşmak kolaylaşmış, bu da insanoğlunu birçok şeyi bilme çabasına sürüklemiştir, daha gerçekçi haliyle mecbur bırakmıştır. Teknolojik aletler yaşamın her alanına girmiş, geleneksel uygulamalar neredeyse tamamen terk edilmiştir. Ve yolculuktan tutun yeme içmeye, mekan düzenlemelerine, kim olduğumuzu bildirme yöntemlerinden alışverişe kadar tüm ortamlarda teknolojik aletler kullanılmaya başlanmış bilişim ilerlemiştir. Tüm bu gelişmeler günlük yaşama entegre edilmiş, toplumun da buna ayak uydurması beklenmiştir. Teknolojinin bilgi ve alet olarak getirdiği birikme ve çokluk, kaygı toplumunun oluşmasına yol açmıştır.
Swendsen’ e göre “bazen bir nesneden korkarız ama korktuğumuz nesnenin ne olduğunu ya da bu nesne karşısında nasıl bir tutum takınmayı tercih ettiğimizi kesin surette bilmeyiz. Pek çok kaygı hastalığının ayırt edici niteliği de yine bir nesneye sahip olmasıdır. Kişi neden kaygı duyduğunu bilir, ama nesnenin bu kişinin hayatında kendisini nasıl açığa vuracağı kesinlikten yoksundur” (Swendsen, 2017).
Tıpkı çocukluk döneminde dış dünyanın nasıl olduğuyla ilgili yaşanan acemilik gibi yaşlılıkta da değişen gelişen toplum düzenini anlayamama, yeniye ayak uyduramama durumu söz konusudur. Yaşlı birey geçmişte olduğu gibi işlerini nesneler ile somut olarak yapmak ve sonucunu somut çıktılar halinde almak ister. Çıktının somut olmaması güvensizlik duygusu yaratır. Örneğin banka işlemleri… Yaşlı bireye göre, banka işlemleri yüz yüze yapılmalı, hesap cüzdanında tüm işlemler kayıtlı olmalıdır. Memuru bizzat görmek, etkileşime geçmek en önemli güven ihtiyacıdır. Telefon ve internet bankacılığı kullanımında oluşan sanal ortam, güvenliğinin tehlikede olduğunu düşündürür. Öncelikle zaten bu sanal ortamı hayal etmekte zorlanır. Karşılıklı olarak kim olduğunu bilme ihtiyacı en temel güven duygusudur. ATM’ler sanal işlemlere göre biraz daha güven vericidir. Çünkü yaşlı birey bizzat fiili gerçekleştirir, görür, duyar, somut olarak para alışverişini yapar. Bu güven hissi, kişi teknolojiye uyum sağladıkça yavaş adımlarla günlük yaşamda yer etmeye başlar, sanal dünyanın varlığı kısmen düşünce dünyasında oluşabilir. Ne yazık ki bu durum her zaman sağlıklı şekilde gerçekleşmeyebilir. Telefonun iletişim aracı olarak ortaya çıktığı dönemde insanoğlu bu alete yabancı idi. Telefon kullanımına alışıldı ve sonrasında internet var oldu. Telefon kullanımı basit ve artık güvenilir gelirken internet kullanımı karmaşıktı. Bu sebeple artık telefonda istenilen kişisel bilgi akışına izin veriyor, daha az sorguluyorduk. Bu durum yaşlı dolandırıcılığını ve istismarını beraberinde getirdi. Böylesi sorunlar yaşandıkça ve basın tarafından gözler önüne serildikçe yaşlı bireylerin kaygı oranı arttı.
En güncel haliyle içinde bulunduğumuz corona virüs gündemini düşündüğümüzde teknoloji ve siber güvenliğin öneminin bir kez daha arttığına şahit olmaktayız. Kuruluşlar, alternatif iletişim kanalları, uzaktan erişim, dijital platformlar güvenlik ve altyapının devamlılığı anlamında büyük savaşlar veriyor. Onların verdiği savaş şurada dursun kullanıcıların bu savaşa uyum sağlama çabaları ne yazık ki her yaş grubu için aynı oranda olmuyor.
Salgın sebebiyle alınan tedbirler genç nüfusun iletişim kurma yeteneğini fazla etkilemezken yaşlılar oldukça mağdur durumdadır. Çevresinde yönlendiren biri olmadan akıllı telefon kullanamamakta, görüntülü görüşme gerçekleştirememektedirler. Seyahat etmek ya da bir kuruluşa girmek için gerekli olan “HES” kodu uygulamasına dahil olmakta zorlanmaktadırlar. İnternet kullanmakta yetkin olamadıkları ve bu sanal dünyayı hayal edemedikleri için, salgın öncesinde fiziken gerçekleştirdikleri vergi borcu ödeme, para transferi, nüfus işlemleri, noter işlemleri, bilet alma, adres değiştirme işlemlerini yapamamaktadırlar. Bu işlemler kimi zaman ötelenebilir olsa da hukuki sonuçlar doğurabilmekte ve mağduriyeti artırmaktadır. Tüm bunların yarattığı kaygı kişide neredeyse salgının yarattığı sağlık tehdidinden daha önemli hale gelmiştir. Bu ihtiyaçlarını sanal yollarla gidermeye yardımcı aile bireylerinin olması yaşlının şansını artırmaktadır. Fakat sistemlerin güvenlik uygulamaları da bu konuda yaşlıyı zora sokmaktadır. İşitme problemi yaşayan biri için müşteri temsilcisi ile yapılacak görüşme, numara tuşlamak oldukça güç olabilmektedir. Tüm uygulamalar destek ile gerçekleştirilse bile işlemlerin somut bir çıktısının olmaması güvenilirliği tehdit etmekte, kaygı düzeyini artırmakta, ileriki dönemde benzer problem yaşanması ihtimalinde bireye kanıtsız kalacağı hissini vermektedir. En önemlisi de sokağa çıkma kısıtlamaları sebebiyle sosyal yaşantı neredeyse yok olmaktadır, bu durum yaşlının mental gerilemeyi daha hızlı yaşamasına sebebiyet vermektedir. Görüldüğü üzere teknoloji bir yandan yaşamı kolaylaştırmakta, bilgiye hızlı erişimi sağlamaktayken diğer yandan uyum sorunları, güvenlik tehditleri ve kaygı düzeyini artırma yönü ile ileri yaş grubunu yaşamın sonuna hızla yaklaştırabilmektedir.
KAYNAKÇA
Sinanoğlu, S. (1972). Teknoloji Dünyasında İnsanın Durumu, Ankara Anadolu Dergisi
Swendsen, Lars Fr. H. (2017). Korkunun Felsefesi (M. Erşen, Çev.) İstanbul: Redingot Yayınları.
GÖRSEL KAYNAKLAR
https://www.sivilsayfalar.org/2019/10/01/yasliliktan-kacis/
https://acikve.net/beyindeki-anahtar/
AYŞE CENGİZ
Sosyal Hizmet Uzmanı
Üsküdar Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi