“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır.” Mı?

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Yazının başlığı bir hashtag ile 2020 yılının bir döneminde sosyal medyalarımızın konuğu olmuştur. Halen dönem dönem paylaşımlarda kendini göstermektedir. Herhangi bir kadın cinayeti, kadına karşı şiddet veya taciz haberinde toplum bu hashtag etrafında toplanmaktadır. Çünkü sosyal medya üzerinden başlayan hashtag dayanışması hukuksal süreçleri etkilemiştir. Bu cümleden sonra şu sorulabilir. “Hukuksal süreçleri etkilemek mi? Türk hukuku zaten bu tarz olaylarda olması gerektiği gibi karar vermiyor mu?“ İşte burası tartışılır. Tartışılan bir durumda da halk farklı yollar dener. Yazı başlığı da hayatımıza farklı bir yol ararken girmiştir.

Peki nedir bu İstanbul Sözleşmesi? Öncelikle orijinal adını ifade edelim: Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi. 2011 yılında İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılmakta. Uluslararası arenada kadına yönelik şiddet konulu birçok sözleşme ve anlaşma var ancak İstanbul Sözleşmesi’ni diğer anlaşmalardan ayıran bazı noktalar bulunmaktadır. Bunlar cezai boyutunun olması ve izleme komitesinin varlığıdır. Sözleşmeyi imzalayan ülkeler verdikleri taahhütleri uygulamak zorundadır. Taahhütleri yerine getirmeyen ülkelere cezai yaptırım uygulanır. İzleme komitesi ise taraf ülkelerin taahhütlerini değerlendirmek ve ülkelere raporlamakla yükümlüdür.

Sözleşme, kadın ve erkeğin eşitliğini temel alarak kadını her türlü şiddetten korumayı, kadına ve aileye yönelik her türlü şiddeti önlemeyi, şiddet mağdurlarına yardım etmeye yönelik politikalar geliştirmeyi ve onları korumayı, bütüncül bir yaklaşımla ilgili kurum-kuruluşlarla iş birliği geliştirmeyi ayrıca kolluk kuvvetlerine destek vermeyi amaç edinmiştir. Bunun yanı sıra sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitsizliği sebebiyle şiddete maruz kalan mağdurlara özel önem atfetmiştir.

Türkiye sözleşmeyi imzalayan ilk ülke olarak bu alanda öncü olmuştur. 2011 yılında imzalanan sözleşme, 2014 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Korunmasına Dair Kanun ile yürürlüğe koyulmuştur. İlerleyen süreçte ise kanun ve sözleşme kapsamında birçok sosyal politika yapılmıştır. Yapılan çalışmalara örnek olarak, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinin (ŞÖNİM) açılması, Kadın Sığınma Evlerinin sayısının arttırılması verilebilir.

Yazının başlığındaki soruya dönecek olursak, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun sonrası kadına ve aileye yönelik şiddetin hangi boyutta olduğunu sorgulamamız cevabı bulmamız için önemlidir. Öncelikle GREVIO (Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu) olarak adlandırılan izleme komitesinin raporlarına bakmakta oldukça fayda var. Raporda genel olarak toplumda ve özellikle kadınlar arasında sözleşme hakkında bir farkındalık eksikliği olduğu ve yargının sözleşmenin hükümlerine dair yeterli bilgi sahibi olmadığı belirtilmiştir (GREVIO, 2018). Ayrıca kadına yönelik psikolojik ve fiziksel şiddet, tek taraflı takip, tecavüz dahil olmak üzere cinsel şiddet durumları için ceza kanunundaki boşlukların doldurulması ve caydırıcı cezaların verilmesi konusunda tedbir alınması vurgulanmıştır (GREVIO, 2018). Yapılan çalışmalardan konukevlerinin, destek hatlarının, çocuk mağdurlar için oluşturulmuş merkezlerin (Çocuk İzleme Merkezi) işlevselliğinin ve kapasitelerinin geliştirilmesi gerektiği ısrarla teşvik edilmektedir. Aileye ve kadına yönelik şiddet verilerinin sözleşme kapsamına giren alanlar bağlamında şeffaf, sistematik bir şekilde toplanılması gerektiği hemen hemen her maddede belirtilmiştir. Raporun sonuç tespiti kısmında GREVIO, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin inkar edilemez bir şekilde ilerlediğini belirtmiştir. Ayrıca yapılan araştırmalarda, ŞÖNİM’lerin şiddet vakalarındaki yeterliliğine bakıldığında, ŞÖNİM ve diğer kurumlar arasındaki koordinasyon sıkıntısının, kurum çalışanlarının konuyu ve yasayı içselleştirmemesinin, kurumlar arasındaki görev tanımlarının belirsizliğinin süreci sekteye uğrattığı belirtilmiştir (Şen, 2018).  Aynı şekilde şiddet vakasının ortaya çıkmasında önemli rol oynayan sağlık çalışanlarının vakalara yönelik ilgisiz tutumlarının kadınların mağduriyetini daha çok pekiştirdiği bildirilmiştir (Şen, 2018).

Tüm bunların ışığında sorumuzu yanıtlayacak olursak “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır.” hiç şüphesiz. Ancak devletin bütüncül olmayan hukuk sistemi, yürütmenin işlevsel olmayan politikalar üretmesi, uygulayıcıların bakış açısı gibi daha birçok sorun kadınlarımızın yaşamasına izin vermemektedir. Sorunun nerede olduğunu anlayabilmek bu noktada çok önemlidir. Politikaları sadece “yaptık” fiiline sığdırmadığımızda, toplumsal cinsiyet olgusundan korkmadığımızda, kadının bir insan olduğu bilincine vardığımızda, devletin ve piyasanın her noktasında, pozitif ayrımcılık fikriyle kadınlara yer verdiğimizde işler yoluna girebilir belki.

 Göğe gönderdiğimiz kadınlarımız için bisikletlerimizi maviliğe sürme umudu ile…

 

Kaynakça

Grevıo (2018).

Şen, A. A. (2018). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kurumlar. Motif Akademi    Halk Bilimi Dergisi, 155-156.

İstanbul Sözleşmesi

Görsel Kaynak

http://istanbulsozlesmesiyasatir. com

http://aleviocagi.org

                                                                                        Esra Liya Özsoy

                                                                 Sosyal Hizmet Uzmanı – Yüksek Lisans Öğrencisi