
“Mutluluk bir hedef değil, bir süreçtir. Ancak bu süreç bazen insanı başladığı yere geri götürür.”
Mutluluğun peşinden koşarken aslında bir çarkın içinde dönüp durduğumuzu fark etmiyoruz. Psikologlar buna “hedonik adaptasyon” diyor. Belki de en doğrusu “hedonik çark” demektir çünkü o çarkta, tıpkı bir hamster gibi koşuyoruz ama aslında yerimizde sayıyoruz.
Hayal ettiğimiz paraya, makama ya da hayata ulaştığımızda kısa süreli bir coşku yaşıyoruz. Ama sonra ne oluyor? Alışıyoruz. Dün bize mucize gibi gelen şey, bugün sıradanlaşıyor. Hatta yetersiz gelmeye başlıyor. Mutluluk çıtası her seferinde biraz daha yukarı çıkıyor. Ve biz, tekrar daha fazlası için çırpınmaya başlıyoruz.
‘‘Yetinmeyi unutan bir zihin, daima daha fazlasını ister. Ama ne gariptir ki ne kadar çok şeye sahip olsak da içimizdeki boşluk büyümeye devam eder.’’ Çünkü dışarıda aradığımız mutluluk, aslında içimizde eksik olan bir şeyin yankısıdır.
Mutluluk Neden Sürdürülemez Görünüyor?
“Artık o eski heyecanı hissetmiyorum.”
“Zamanla her şey sıradanlaştı.”
“Başlangıçtaki tutkum kayboldu.”
Sahip olmayı arzuladığınız şeyler, uzun süre özlemle beklediğiniz yerler veya kavuşmak için çaba gösterdiğiniz kişiler, ulaştıktan sonra bir anda eskisi kadar büyüleyici gelmemeye başladıysa; işte tam da bu, hedonik adaptasyonun sessiz ama güçlü etkisini deneyimlediğiniz anlamına gelir. İçsel dünyamız, yeni kazanımlara hızla alışır ve onları norm haline getirerek, heyecanı yeniden tetiklemek için sürekli daha fazlasını arar.
İnsan zihni, hayranlık uyandırıcı bir esneklikle hem neşeye hem de acıya uyum sağlayabilir. Fakat bu uyum yetisi, çoğu zaman mutluluğun kalıcılığına gölge düşürür. Hep daha fazlasını arzular, ulaştıklarımızı ise hızla sıradanlaştırırız. Psikoloji literatüründe bu olgu, hedonik adaptasyon ya da halk arasında bilinen haliyle “mutluluğun yerinde sayması” olarak tanımlanır (Brickman & Campbell, 1971).
İnsanın mutluluk arayışı, evrensel ve ölümsüz bir çabadır. Fakat bu arayışta çoğu zaman bir paradoksla karşılaşırız: Yeni elde edilen mutluluklar hızla sıradanlaşır ve zamanla artık eskisi kadar mutlu hissetmemeye başlarız. Psikolojide hedonik adaptasyon olarak adlandırılan bu olgu, insan doğasının “koşu bandında koşmaya” benzeyen bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Yani ne kadar hızlı koşarsak koşalım, psikolojik mutluluk seviyemiz genellikle durağan bir çizgide seyreder.
1971’de Brickman ve Campbell tarafından ortaya atılan “hedonik koşu bandı” metaforu, piyango kazanmak gibi hayatı kökten değiştiren deneyimlerin bile bireyin uzun vadeli mutluluğunu kalıcı olarak artırmadığını vurgular. Örneğin, piyango kazananların ilk haftalarda yaşadığı coşku, birkaç ay içinde sıradan bir durum haline gelir ve çoğu kişi eski hayatına dönmüş gibi hisseder. Peki, mutluluğumuz neden bu kadar kırılgan ve geçici? Ve biz bu döngüyü kırmanın yolunu nasıl bulabiliriz?
Mutluluk Ayar Noktasını Anlamak ve Değiştirmek
Peki, bu döngüyü kırmak mümkün mü? Bilimsel bulgular, bunun yollarını araştırıyor. Mutluluğumuzun genetik ve kişilik temelli bileşenleri göz ardı edilemez. Bartels ve Boomsma (2009) tarafından yapılan genetik çalışmalar, mutluluk seviyelerimizin yaklaşık %30-40’ının genetik faktörlerle belirlendiğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte, bu “ayar noktası” olarak adlandırılan temel mutluluk seviyesi, kişisel çaba ve alışkanlıklarla değiştirilebilir.
Pozitif psikoloji, bu konuda ışık tutan disiplinlerden biridir. Lyubomirsky ve çalışma arkadaşları (2005), şükran pratiği, sosyal bağların güçlendirilmesi ve anlamlı aktivitelerde bulunmanın mutluluk ayar noktasını yükseltebileceğini savunur. Örneğin, günlük şükran günlüğü tutan bireylerin, hayata karşı tutumlarında ve genel mutluluklarında belirgin artışlar gözlemlenmiştir. Bir başka çalışmada, gönüllü olarak toplum hizmetlerine katılanların sosyal ilişkileri ve öz-değer algıları güçlenmiş, bu da mutluluklarında kalıcı artışlara yol açmıştır (Emmons & McCullough, 2003).
Koşu Bandından İnip Gerçek Mutluluğa
Hedonik adaptasyon, yaşamın kaçınılmaz bir gerçeği olabilir; ancak mutluluğun kaçınılmaz olarak sınırlı olduğu anlamına gelmez. Bilimsel araştırmalar, mutluluğun pasif bir sonuç değil, aktif olarak şekillendirilebilen bir süreç olduğunu ortaya koyuyor. Bilinçli ve sürdürülebilir değişikliklerle, kendimizi “koşu bandından inip” gerçek anlamda ilerlemeye başlayabiliriz. Örneğin, zenginlik ve sosyal statü gibi dışsal faktörlere bağlı kalmadan, günlük yaşamda küçük ama anlamlı değişiklikler yapmak; yeni hobiler edinmek, kaliteli zaman geçirmek, pozitif düşünceyi artırmak, mutluluğu sürdürülebilir kılabilir. Bu süreç, sadece bireysel çabayla değil; toplumsal destek, bilinçli yaşam tarzı ve psikolojik esneklikle de güçlenir. Sonuç olarak, mutluluğumuz üzerindeki kontrolümüzü ele alarak, yaşamın sunduğu gerçek zenginliği deneyimlemek mümkün hale gelir. Bu, mutluluğu bir hedef olmaktan çıkarıp, anlamlı ve sürekli bir yolculuğa dönüştürmektir.
Elif BAŞARAN
Okul Öncesi Öğretmeni