
Korku genel olarak, organizmanın tehdit edici bir uyarana verdiği bedensel, psikolojik savaş ya da kaç tepkisi olarak tanımlanmaktadır. Korku, canlıya özgü bazı durumlarda oldukça normal olarak kabul edilen bir durumdur. Korku, olumsuz bir duygu gibi değerlendirilse de aslında çoğunlukla organizmayı canlı tutmaya yöneliktir. İlk çağlarda insanlar ateşten, doğa olaylarından ve hayvanlardan korkmaktaydı. Zaman içinde bu durumlarla ilgili bilginin artmasıyla insan da korkusuyla baş edebilir hale gelmiş oldu.
Korkunun ortaya çıkma sebeplerine bakıldığında bilinmezlik olgusunun ön plana çıktığı görülmektedir. Bilinmeyenin ardındaki, korku tepkisini ortaya çıkarmaktadır ancak bilinmeyenle ilgili bilgi arttığında korku da benzer oranda azalmaktadır. Korku aynı zamanda, toplumun sınırlarını belirleyen, sen-ben etkileşiminden oluşan bir olgudur. Toplumun düzenini sağlamada kullanıldığında şiddet kavramını da hesaba katmak gerekecektir çünkü korkuya dayalı kurulan düzenin bozulması şiddetin ortaya çıkmasına da sebep olabilmektedir (Güler, 2004).
Korkunun temel aldığı, öğrenildiği yerler düşünüldüğünde ilk sırada aile birimi akla gelmektedir. Aile, toplumun en küçük yapı taşı olduğundan birçok şeyin buradan köken aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Yaşamın ilk yıllarında gözlem ve model almayla aileden öğrenilen davranışlar yaşamın ilerleyen yıllarında içselleştirilmektedir. Dolayısıyla aile içindeki iletişim, davranış kalıpları bireyi büyük oranda etkilemektedir (Can, 2014). Benzer şekilde korkunun ve şiddetin de aileden köken alabildiği, öğrenildiği bilinmektedir. Bu duygu, kimi zaman kalıtsal kodlarla gelirken kimi zaman içinde bulunulan aileden öğrenilmektedir (Eren, 2005).
Kültür kavramına bakıldığında ise bu kavramın oldukça geniş bir alana yayıldığı, birçok konuyu kapsadığı görülmektedir. Korkunun bir kültür olarak oluşması yine içinde bulunulan aile ve toplumla ilişkili bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle birey, içinde bulunduğu toplumda nelerden korkması gerektiğini bilerek var olmaya başlamaktadır. Başka bir açıdan bakıldığında ise kişinin kendisini toplumun bir parçası olarak hissetmesi korkularını azaltan, korkularıyla baş etmesini sağlayan bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla insan için toplum bir yandan korkularını ona bahşeden diğer yandan korkularını ondan alan, azaltan bir yapı olarak var olmaktadır (Eren, 2014).
Korku kültürünün kullanıldığı alanlara bakıldığında eğitimin bu alanda oldukça önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. İyi niyetli bir eğitim anlayışında öğretici tutum ön plandayken, korkuya dayalı eğitim anlayışında cezalandırma, şiddet ve korkutma ön plandadır. Empatinin ve saygının sınırlı olduğu, ast-üst ilişkisine dayanan korkuyla eğitim ülkemizde de sıklıkla kullanılmaktadır. Korku aynı zamanda, disiplinle de karakterize bir kavram olarak ortaya çıktığından bireyi denetleyen, belirli davranışları bireye buyuran disiplin kavramı korkuyla kol kola ilerlemektedir (Güler, 2014).
Bir diğer alan olan medya, korku kültürünü üreten, bunu da söylem üzerinden yapan bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. Korkuyu üretmede ve sürdürmede medyanın oldukça önemli bir rolü bulunmaktadır. Korku deneyiminin insanlara aktarılmasında iletişimi, farkındalığı ve beklentileri kullanan medya, kişilerin sivil özgürlüklerini kısıtlamayı kolaylaştırmaktadır (Aşkın, 2017).
Dolayısıyla, korkunun iletiminde öğrenme ve kültürel aktarım oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Bu aktarımı sağlayan eğitim, medya gibi birçok unsur bulunduğundan korku bir kültür olarak kuşaktan kuşağa iletilmektedir. Bu iletim zaman zaman kişileri bir çerçeve içinde tutmaya, toplumsal kurallara uygun hale getirmeye ya da sistemin bir parçası yapmaya yönelik olabilmektedir.
Aslı EYİ
Psikolog