BİREYİN OTANTİK YOLCULUĞU: VAROLUŞÇU TERAPİ

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Psikoterapide varoluşçu yaklaşımlar bir uygulama alanı olmaktan daha çok felsefi bir anlayıştır; kuramsal bir yaklaşım olmaktan daha çok da bir tutumdur. Varoluşçu Terapi’nin kaynağı; varoluşçu felsefeden veya varoluşu ve fenomenolojiyi (tek bildiğimiz şeyin bizim yaşantımız olduğunun vurgulanmasını) inceleyen çalışmalardan gelmektedir. Varoluşçu Terapi kuramcılarının temel felsefesine göre insanlar özgürdür, kendi yaşamlarından kendileri sorumludur, kendini gerçekleştirme kapasitesine sahiptir (Murdock, 2019).

Başlıca varoluşçu psikoterapistler arasında Ludwig Binswanger, Medard Boss, Viktor Frankl, R.D. Laing, Rollo May ve Irvin Yalom sayılabilir. Varoluşçu psikoterapi çoğunlukla varoluşçu kaygıya, yani kişinin yaşamında hiçbir anlam olmadığını keşfetmesinin ardından yaşadığı korku ve panik duygularına odaklanır. Terapi genellikle seçme özgürlüğünü vurgular; boşluk, kaygı ve sıkıntı duygularını azaltıcı bir yaşam tarzı geliştirmeyi amaçlar (Burger, 2016).

Varoluşçular, bireylerdeki sabit özellikler olarak tanımlanan ‘kişilik’ kavramından oldukça rahatsız olurlar. Onlara göre, varoluş birtakım özelliklerle sabitleştirilemeyen bir meydana geliş, bir oluştur. Bu varoluş yalnızca bireyde değil, bireyle çevre arasında meydana gelmektedir. Bir insanı anlamak için önce o insanın çevreyi nasıl algıladığını incelemenin ve anlamanın gerektiğine vurgu yapmaktadır. Varoluş psikolojisinin temel kavramı ‘Dasein’dir. Dasein, Heidegger tarafından kullanılan Almanca bir sözcüktür ve orada olmak ya da orada var olmak, dilimizde kullanılan şekliyle de varoluştur.

İnsan değerlerini ve yolunu kendisi seçer. O halde insan özgürdür ve yaşamını hangi biçimde isterse o şekilde yönlendirebilir. Varoluş, insanın kim olduğunu bilmesi, kendini tanımlayabilmesi ve kendi kendine ne yaptığının farkında olmasıdır. May’e göre insan dünyada üç temel varoluş alanı içinde var olmaktadır. Bu alanlar:

  1. Umwelt; doğa yasalarının dünyası, biyolojik dünya,
  2. Mitwelt: insanlar dünyası,
  3. Eigenwelt; kişinin özel dünyasıdır.

Bu üç alan birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

İnsan, tüm potansiyelini gerçekleştirmek için çaba gösterme eğilimindedir. Potansiyelini gerçekleştirdiğinde otantik bir yaşam sürebilmektedir. Potansiyelini gerçekleştiremezse otantik olmayan bir varoluş durumunu yaşamaktadır. İnsan otantik bir yaşam sürdürebilmek için, içine konulduğu varoluş alanında yaşamak zorundadır. Otantik olmayan varoluş, insanın kendisini varoluş alanı dışında bırakması sonucu ortaya çıkar. Varoluş anksiyetesi de bu nedenle ortaya çıkmaktadır.

Varoluşçu terapiye göre insanın sağlıklı ve dengeli temel varoluşu altı alanda oluşmaktadır:

  1. Öz-farkındalık,
  2. Özgürlük ve sorumluluk,
  3. Kimliğin yaratılması ve başka insanlarla anlamlı ilişkiler kurma,
  4. Anlam, amaç ve değerler için araştırma yapma,
  5. Yaşam durumu olarak varoluş kaygısı,
  6. Ölüm ve var olmanın farkında olma.

Bireyler kendilerine şu soruları sorarlar;

  • Benim için yaşamın anlamı nedir?
  • Yaşamımda anlamın kaynağı nedir?

Anlam arayışı sağlıklı kaygıyı ortaya çıkarmakta ve bireyi olumlu yönde güdülemektedir. Kaygı, gelişim için potansiyel bir kaynaktır. Normal kaygı; bireyin karşılaştığı bir duruma, uyarana, yani gerçeğe uygun tepki vermedir. Nevrotik kaygı ise duruma ya da gerçeğe uygun olmayan kaygıdır. Normal kaygının en olumlu ve yapıcı olanı ise varoluş kaygısıdır. Varoluşçular, ölümü, yaşamın vazgeçilmez bir gerçeği olarak görmektedirler. Dolayısıyla ölüm olumsuz bir durum değildir. Ölümün farkında olan birey; “şu anın” daha önemli olduğunu fark eder, zamanın sınırsız ya da uçsuz bucaksız olmadığını bilerek yaşar.

Varoluşçular için özgür olmak ile insan olmak eşdeğer kavramlardır. Özgürlük ve sorumluluk birbirine paralel gitmektedir. Frankl da burada açıklanan görüşleri paylaşmakta ve katkıda bulunarak; özgürlüğün bazı kısıtlamalar ya da kötülükler karşısında tavır alıp, direnmeyi de içerdiğini ifade etmektedir. Örneğin, baskı ve işkence karşısında şartlar ne kadar ağır olursa olsun direnerek, acıya karşı bir tavır alma ve acıyı da yaşamın bir parçası sayma gibi. Sorumluluk ise yaratma anlamına gelmektedir.  Sorumluluğun farkında olmak, kişinin kendi özünü kaderini, yaşam biçimini,  duygularını ve hatta çektiği acıları kendisinin yarattığının farkında olmasıdır. Yalom, kavramı biraz daha ileri götürerek, böyle bir sorumluluğu kabul etmeyen ve çektiği sıkıntılar için başkalarını suçlamaya devam eden danışanlar için hiçbir terapinin işe yaramayacağını belirtmektedir. İnsan sadece davranışlarından ve başarısızlıklarından değil, kendi hayatından ve dünyadan da sorumludur (Karahan ve Sardoğan, 2016).

Victor Frankl’a göre hayat anlam bulabildiğimiz sürece yaşamaya değerdir. Frankl yaşamın anlamının “insandan insana, günden güne, saatten saate farklılık gösterdiğini, bu nedenle önemli olanın yaşamın anlamı değil, daha çok belli bir anda bir insanın yaşamının özel anlamı olduğunu belirtmektedir. Yaşamın anlamının kişinin özünde kapalı bir sistem olmadığını ve dünyada keşfedilmesi gerektiğini vurgulayan Frankl, “insan varoluşunun kendini aşkınlığı” özelliğini belirtmektedir. Varoluşun bu özelliğine göre insan, kendi dışındaki bir şeye veya birisine yöneldiğinde yaşamın anlamına ulaşabilmektedir (Üstündağ, 2019).

KAYNAKÇA

Burger, J. M. (2016). Kişilik ( İ.D. Sarıoğlu, Çev.). İstanbul: Kaknüs.

Karahan, F. ve Sardoğan, M. E. (2016). Psikolojik Danışma ve Psikoterapide Kuramlar. Ankara: Nobel.

Murdock, N. L. (2019). Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları (F. Akkoyun, Çev.). Ankara: Nobel.

Üstündağ, G. (2019) Erken Dönem Nuri Bilge Ceylan Sinemasının Varoluşçu Terapi Kavramları Çerçevesinde İncelenmesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Üsküdar Üniversitesi, İstanbul.

GÖRSEL KAYNAKÇA:

https://www.kimpsikoloji.com/insancil-varoluscu-psikoterapi-egitimi/

https://twitter.com/kulustur_radyo/status/1038816314050134016/photo/1

GÜL NİDA EVİN

PSİKOLOJİK DANIŞMAN