Varoluşçu terapi en basit şekliyle insanı varlık ve oluş olarak anlamaya yönelmektedir. Her insan kendi davranışlarından sorumludur ve fiziksel evrende küçük değişiklikler yapabilecek kapasiteye sahiptir (Karahan ve Sardoğan, 2016). Tüm varoluşçuluk terapistleri varoluşçu etkileşim için ilişkiyi esas olarak alırlar, ki bu da güven verici bir ilişki olmalıdır. Orada olmak ya da bir anda tamamen kendini orada tutma kapasitesi varoluşçu terapistlerin en çok üzerinde durduğu konulardan biri olmuştur. En iyi terapi, hem terapist hem de danışan tamamen orada olduğunda gerçekleşir (Murdock, 2016).
Terapötik süreçte danışanın; başka insanlarla kurduğu ilişkilerden ne aldığı, yakın anlamlı ilişkilerden nasıl kaçındığı, bununla birlikte sağlıklı ve anlamlı insan ilişkilerini nasıl kuracağı konusunda farkındalık kazanması gereklidir. Bunun için terapist danışana yardımcı olmalıdır. Terapist, danışana yaşamında anlam bulma konusunda uygun bir altyapı hazırlayarak farkındalığını artırmayı ve danışanın değişmesini hedeflemektedir. Terapist, “Yaşamının bu şekilde devam etmesinden hoşnut musun?”, “Bazen kim olduğun ya da kim olmak istediğin konusundan çelişki yaşadığında neler yapıyorsun?” gibi sorular yönelterek danışanı kendisiyle yüzleştirmelidir. Danışan, “Yaşamdan ne istiyorum?”, “Yaşamımda uğruna yaşayacağım ve mücadele edeceğim şeyler nelerdir?” gibi sorularla karşı karşıya getirilmelidir. Terapi sürecinde danışanın anlam bulma çabası böylece devam edecektir. Çünkü danışanlar açısından insan olmanın ve psikolojik sağlığın temel koşulu öncelikle yaşamda anlam bulma çabasının aktif duruma geçirilmesidir (Karahan ve Sardoğan, 2016).
Varoluşçu terapi, duyguların yaşandığı bir insan ilişkisidir. Bu ilişki içinde her biri diğeriyle dürüstçe bir iletişim kurmaya çalışır. İletişim sözlü ya da sözsüz olabilir. Tedavi, bazen bir terapist ve hasta ilişkisi niteliği taşıyabilir. Bu da hastanın sorumluluk üstlenmekten kaçınmasına ortam hazırlar. Bu nedenle terapist hastanın “edilgen” tutumunu terk edecek, sorumluluk üstlenmesini sağlayacak bir ilişki ortamı yaratmaya çalışmalıdır. Böyle bir ortam, terapistin “kendi varoluşunu da ortaya koyarak”, hastasıyla anlamlı bir beraberlik kurma yürekliliğini göstermesi ile sağlanır. Hastanın da bu ilişki içinde “kendisi” olabilmesine yardımcı olunmalı ve “terapistin beklentileri doğrultusunda” davranmasına yol açacak bir ortamın yaratılmasına özen gösterilmelidir. Bu, “birlikte olunurken kendisi olabilmek” biçiminde bir yaklaşımdır. Hastayı ilişki içinde “yalnız bırakmak” anlamına gelmez (Geçtan, 1998). Tedavide yaşanılan ana odaklanılır. Geçmiş ve gelecek, ancak içinde yaşanan anı etkiledikleri oranda önemlidir. Yaşantıları düşünceleştirme yerine o andaki yaşantının vurgulanması, hastanın düşünceleriyle yaşantısının tek bir bütün durumuna gelmesini sağlar (Geçtan, 1998).
Varoluşçu terapide önemli kavramlardan biri de “varoluş kaygısıdır”. Bu kaygı, bireyin kim olduğunu inkar ettiği durumlarda ortaya çıkmakta ve bireyi rahatsız ederek gerilime neden olmaktadır. Varoluşçu terapist danışanın kaygısını düşürme gibi bir çaba içine girmemektedir. Çünkü terapist kaygıyı istenmeyen bir durum olarak görmemektedir. Eğer danışan kaygı yaşamıyorsa kişisel değişim için motivasyon da düşük olacaktır. Bireyin patolojik olmayan bu kaygıdan kaçınması, direkt olarak yüzleşmemesi ve bu nedenle aktif seçimler yapamaması ise nevrotik kaygıyı doğurmaktadır (Karahan ve Sardoğan, 2016).
Varoluşçu terapistler; hayatın ve ölümün birbirine bağlı olduğunu ve aynı anda var olduğunu, ölümün yaşantıyı ve davranışı etkilediğini, ölümü düşünmenin hayatı zenginleştirdiğini ileri sürerler.

Ölümün farkındalığını arttırma teknikleri:
- Varoluşçu Şok Terapi Tekniği: Terapist boş bir sayfaya düz bir çizgi çizer. Bu çizginin bir ucu danışanın doğumunu, diğer ucu danışanın ölümünü göstermektedir. Danışandan, bu çizgi üzerinde şu anda bulunduğu yere bir çarpı(x) koymasını ve bu konu üzerinde beş dakika düşünmesini ister.
- Fantezi Tekniği: Terapist danışana, “ölümün nerede ve ne zaman olacağını düşünüyorsun?”, “Nasıl bir cenaze töreni yapılmasını istersin” gibi sorular sorarak düşünmesini ve cevap vermesini istemektedir.
Varoluşçu terapistler tekniklere karşıdırlar, tekniklerin insan ilişkilerinin derinleşmesini, doğrudan olmasını ve gerçek düzeyde olmasını engelleyeceğini düşünmüşlerdir (Murdock, 2016). Varoluşçu terapistler; danışma süreci içinde, hiçbir engel koymadan danışanın “kendisi olması” yolundaki özendirici çabalarını sürdürmektedir (Bakırcıoğlu, 2005). Psikolojik danışmada, danışanlar mekanik bir eşya gibi algılanmamalıdır. Belli tekniklere bağlı kalmak danışanların kendilerini mekanik bir obje gibi hissetmelerine neden olabilir. Önemli olan terapist ve danışan arasındaki verimli iletişimdir.
Varoluşçu terapi için uygun olan danışanlar; gelişimsel kriz yaşayanlar, yas ve kayıp yaşantısı olanlar, ölümle yüzleşenler ve önemli yaşamsal kararlar verme durumunda olanlardır.
Varoluşçu terapi özünde insan olmanın ne demek olduğunu anlamlandırmaya çalışan bir yaklaşımdır. Merkezine insanı alan bir alandır. Bu yüzden de özgürlük ve sorumluluğa dikkat çeken varoluşçular, terapi sonunda özgürlüklerinin ve sorumluluklarının farkındalığını kazanan bireylerin kendi hayatlarını daha anlamlı tasarlayabileceklerini ifade etmektedir.
Kaynakça
- Bakırcıoğlu, R. (2005). Rehberlik ve Psikolojik Danışma (ss. 96). Ankara: Anı Yayıncılık.
- Gençtan, E. (2014). Psikanaliz ve sonrası (ss. 338). İstanbul: Metis Yayınları.
- Karahan, F., ve Sardoğan, M. (2016). Psikolojik Danışma ve Psikoterapide Kuramlar (ss. 131-147). Ankara: Nobel Yayınları.
- Murdock, N. L. (2016). Psikolojik danışma ve psikoterapi kuramları (Çev. Füsun Akkoyun). Ankara: Nobel Yayınları.
Ferhat Bayoğlu
Psikolojik Danışman