Bilişsel-davranışçı terapi, bilişsel ve davranışçı terapilerin temel ilke ve tekniklerinin bütünleştirilmesiyle gelişen bir kuramdır. Terapi sürecinde ise bilişsel tekniklerle davranışçı teknikler birlikte kullanılmaktadır. Bilişsel-davranışçı terapi, tıpkı bilişsel terapilerde olduğu gibi zaman sınırlı, probleme yönelik, hem terapistin hem de danışanın aktif katılımını gerektiren, eğitim odaklı ve psikolojik gelişimi hedefleyen bir terapötik süreci esas almaktadır (Karahan ve Sardoğan, 2016).
Milattan sonra 100 yılları civarında, o zamanlar bir Roma eyaleti olan Anadolu’nun Frigya bölgesinde bir köle olarak yaşama başlayan Epiktetos, bilişsel terapinin atası olarak kabul edilmektedir. Epiktetos’a göre mutluluk ve özgürlük neyi kontrol edip neyi kontrol edemeyeceğimizi anlamamıza bağlıdır. Kişi bu gerçekliği, yani yaşamın bizim kontrolümüzde olan ve olmayan öğelerden oluştuğunu kabul ettiğinde ve ikisini birbirinden ayırmayı becerdiğinde hem iç huzura hem de iyi bir yaşama sahip olmaktadır.
Epiktetos’a göre insanlara dış nesneler veya diğer insanlar zarar veremezler, ancak bizim kendi tutumlarımız veya inançlarımız bize zarar verme gücüne sahiptir. Koşullar bizim arzu ve beklentilerimizden bağımsızdır. İnsanları rahatsız eden “şeyler” değil ona verdikleri anlamlardır.
Bilişsel modelin ortaya çıkmasında rol oynayan en önemli etken yapılan deneysel ve klinik çalışmalarda davranışçı kurama uymayan, davranışçılığın açıklayamadığı bazı bulguların ortaya çıkmasıdır. Davranışçılığı zayıflatan bulgulardan ilki hayvanların herhangi bir şekilde pekiştirme olmaksızın da öğrenebildiklerinin açığa çıkmasıdır, oysa davranışçı paradigmaya göre pekiştirme olmaksızın öğrenme olası değildir.
Bilişsel terapi araştırma laboratuvarlarından doğmamıştır. Bilişsel terapinin kurucu isimleri olan klinisyenler olan Aaron Beck ve Albert Ellis ne davranışçı terapist ne de deneysel psikolog olup psikodinamik yönelimli terapi eğitimi almış kişilerdir. Bu iki isim kendi klinik uygulamalarında psikanalitik uygulamanın dışına taşarak, daha direktif biçimde çalışarak danışanla daha çok etkileşime girilmesini savunmuşlardır (Türkçapar ve Sargın, 2011).
Türkiye’de 1980’li yıllar kuramın gerek psikopatoloji anlayışında yetkinleşme gerekse yaygınlık açısından hızla geliştiği yıllar olmuştur. 1970-1980 arası önemli ölçüde Aaron Beck ve Albert Ellis’in adlarıyla anılan kuramın etkisi 1980’lerde çığ gibi büyüyerek neredeyse psikoterapi alanında bilişsel devrim de denilen bir dönüşümü başlatmıştır.
Ülkemizde ilk defa başta Hacettepe Üniversitesi Psikoloji bölümü tarafından tanıtılan bilişsel terapi, daha sonra Kognitif Davranış Terapileri derneğinin çalışmalarıyla yaygınlaşmış ve özellikle 2000’lerin başından itibaren akademisyen ve klinisyenlerin bilişsel terapiye olan ilgileri giderek artmıştır (Türkçapar ve Sargın, 2011).
Bilişsel Terapinin güçlü yönlerinden bazıları;
- Danışanlara, bir terapistin doğrudan müdahalesi olmaksızın kendi terapilerine devam etme yollarını öğretme üzerinde odaklanmasıdır. Kaset dinleme, kendi kendine yardım kitapları okuma, ne düşündüğünün veya yaptığının kaydını tutma ve çalışma gruplarına katılma gibi tamamlayıcı ve psiko-eğitimsel yaklaşımlara vurgu yapar. Böylece danışanlar bir terapiste aşırı olarak bağlanmaksızın değişim sürecini kendi içlerinde devam ettirebilirler.
- Terapistlerin kendi kişisel tarzlarını geliştirme ve yaratıcılığı uygulama serbestlikleri vardır; belli sorunlara uygulanan sabit tekniklere bağlı değillerdir. Kişinin bilişlerinin yapısını değiştirmek suretiyle duygu ve davranışlarını değiştirmede sayısız bilişsel, duygusal ve davranışsal teknik kullanılabilir. Yani bilişsel-davranışçı terapi esnektir; tedavi sürecindeki gelişmelere göre, hastanın gereksinimleri de göz önüne alınarak uygun teknik ve ev ödevlerine karar verilir.
- Özellikle depresyon ve kaygının kısa süre içinde tedavisinde etkilidir.
- En güçlü yanlarından biri de eklektik bir psikoterapi oluşudur.
- Önermelerinin çoğu ampirik olarak test edilmiştir, bu nedenle güvenilirdir (Corey, 2008).
Bilişsel terapinin sınırlılıklarından bazıları ise;
- Terapistler akılcı düşünmeyi neyin oluşturduğuyla ilgili olarak fikirlerini ağır biçimde empoze etmek suretiyle güçlerini yanlış kullanabilirler. Bu yönden yönlendirici bir doğası vardır. Terapistin ikna kabiliyeti dolayısıyla büyük bir gücü olduğundan daha az yönlendirici yaklaşımlara oranla psikolojik zarar verme riski daha fazladır. Ayrıca bu güç dengesizliği başarılı bir sonuç için gerekli olan iş birliğine dayalı danışan-terapist ilişkisini bozabilir.
- Bilişsel terapi olumlu düşünmenin gücüne aşırı odaklanır. Aşırı teknik eğilimlidir. Terapötik ilişkiyi kullanamaz, sadece semptomları saf dışı bırakmaya çalışır. Semptomlara çok fazla odaklanır ve problemin altında yatan nedenleri önemsemez.
- Duyguların rolü görmezden gelinir. Duyguların önemi azaltılmaya çalışılır. Duyguların özgürce dile getirilmesi veya acı veren olayların duygusal açıdan tekrar yaşanması teşvik edilmez. Danışanın duygu ve manevi boyutlarını değiştirmektense onun düşünce ve davranmışlarını değiştirmenin daha kolay olduğu düşünülür (Corey, 2008).
KAYNAKÇA
Corey, G. (2008). Psikolojik Danışma, Psikoterapi Kuram ve Uygulamaları. (Çev. T. Ergene). Ankara: Mentis Yayıncılık.
Karahan, F., ve Sardoğan, M. E. (2016). Psikolojik danışma ve psikoterapide kuramlar. Ankara: Nobel.
Türkçapar, M. H. ve Sargın, A. E. (2011). Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler: Tarihçe ve Gelişim. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 1 (1), 7-14.
GÖRSEL KAYNAKÇA
https://bilisseldavranisci.wordpress.com/2016/01/31/bilissel-davranisci-terapiler/
http://www.pilatesyogaizmir.com/2018/02/10/bilissel-gelisim/
Gül Nida EVİN
Psikolojik Danışman