Kendi ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletinde kendini güvende hissetmeyen, devletinin ona tarafsız davranmayacağı düşüncesi ile ülkesini terk edip başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından kabul edilen kişilere mülteci denir.
Tanımın içerisinde yer alan baskı, güvende hissetmeme, sığınma kavramlarının insan psikolojisi üzerinde etkisi yadsınamaz. Bunun yanında yetişkin bireylerden ziyade çocukluk döneminde yer alan bireyler için bu şartlar daha zorlayıcıdır. Olumsuz şartlar altında birey gerek fiziksel gerekse psikolojik açıdan etkilenmektedir. Bebeklik dönemi ile çocukluk dönemi içerisinde bireyin ihtiyaçları göz önüne alındığında birey ailesinin gözetimine, yaşadığı yerde kendini güvende hissetmeye, ortama ait olmaya ve yaşanan olumsuzlukların getirdiği kriz yaratan koşulların azalmasına ihtiyaç duymaktadır.
Bu teorik bilgiler ışığında 2011 yılında Suriye’de başlayan savaş sonucunda ülkemize büyük bir oranda sığınma talebi gelmiş ve ülkemiz de bu duruma açık kapı politikası uygulamıştır (Akpınar, 2017). Her şeyden önce orada yaşayan insanların yaşama hakkı tehdit altına girmiştir. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi dikkate alındığında en alt basamaktan en üst basamağa kadar insanların hayatında bir sallantı ortaya çıkmıştır.
Yaşanılan tarihsel zaman ve o çocukların ülkelerinde meydana gelen savaş göz önüne alındığında; çocukların hayatları göç öncesi, göç esnası ve göç sonrası olarak evrelere ayrılmıştır. Her evrenin çocukların yaşantısı ve hayata tutunma çabası içinde yeri belirgindir.
Bu evrelerin çocukların eğitim alma hakları üzerindeki etkisine bakıldığında ise, göç öncesinde savaşın ortasında yer alan çocukların ve ailelerinin öncelikli çabası hayatta kalmak ve bir çıkış yolu bulmak olmuştur. Bunun yegâne sebebi ülkede var olan iç savaş ve her yeni bir günde farklı bir durumla karşılaşılmış olmasıdır.
Olumsuz durumların ardından Türkiye’nin açık kapı politikası üzerine yaşanılan yoğun göç dalgasının ilk durağı ise kamp alanları olmuştur. Bu evre en az diğerleri kadar yıkıcı etkilere sahiptir. Arkalarında kimi zaman babalarını, kimi zaman abilerini ve en önemlisi yurdunu bırakan insan silsilesi bu kamplarda var olan güçleriyle hayata tutunma gayreti göstermiştir. Çocukların öncelikli ihtiyacı travma sonrası stres bozukluğuna müdahale olmuştur. Bunun yanında gerek Suriyeli öğretmenler gerekse Türkiye’de var olan öğretmenlerin kampta gönüllü olması haliyle bu çocukların eğitimleriyle ilgili de ilerleme kaydedilmeye çabalanmıştır (Sever, 2019).
Bu ilk kriz noktalarının ardından savaşın devam etme durumu yerini koruması üzerine, göç eden ailelerin Türkiye sınırları içerisinde bir yaşam kurma gayreti içine girdiği görülmüştür. Devletin yardımları ve kendi güçleriyle sıfırdan bir hayata adapte olan ailelerin sayısı her geçen gün artmıştır. Bu durum sonucunda da o ailelerin çocuklarının okullarda eğitimleri üzerine çalışmalar hız kazanmıştır.
MEB ve işbirliği içerisinde olan kurumların yardımlarıyla son verilere göre %65 oranında çocuğun eğitime kazandırıldığı bilinmektedir. Yüksek bir oran gibi gözükse de hali hazırda 400 bin çocuğun dışarda olması gerçeği ne yazık ki yerini korumaktadır. Okula kazandırılan bireylerin iki temel ihtiyacı bulunmaktadır. Bunlardan ilki dil probleminin çözüme kavuşturulması; ikincisi ise ihtiyaç duyulan psikolojik desteğin sağlanmasıdır. Bu iki ihtiyaç da birbirinden zaruridir ve çözüme kavuşturulamadığı her gün kartopu misali bu sorunlar diğer sorunları da yanına eklemektedir (Sever, 2019).
Dil ve psikolojik destek ihtiyacının beraberinde doğurduğu diğer sorunlara örnek olarak; eğitim veriminin düşmesi ve sosyal uyumun negatif yönde etkilenmesi, akran zorbalığı, psikolojik desteğin karşılanamadığı durumlarda psikopatolojiyle baş edememe durumu gösterilebilir (Aslan ve Şeker, 2013).
Eğitim hayatına katılan bu %65’lik dilim sayı olarak 645 bin çocuğa eşittir. Bu çocukların karşılaşabileceği sorunların önüne geçilebilmesi için öncelikle önleyici programlardan faydalanılmalıdır. Bunun yanında ebeveynlere yönelik iyileştirici ve destekleyici çalışmalara yer verilebilir. Ayrıca öğrenciler arasında zorbalığın önüne geçilebilmesi adına uyum çalışmalarına ve akran arabuluculuğu programlarına öncelik tanınabilir. Bu çalışmaların sonucunda varılmak istenen nokta, göçmen ailelerin ve çocukların bulundukları ortama adapte edilmesi ve zedelenen öz benlik algısının olumlu yönde gelişme göstermesidir (Mızrak ve Yavuz, 2016).
Her yeni günde aynı güneşe merhaba diyen, her gece aynı gökyüzünün altında uykuya dalan binlerce çocuk bu dünyaya tutunmaya ve kendine yer edinmeye çalışmaktadır. İçinde yaşanılan hayatı canı gönülden kucaklamanın kolay olmadığı bu zamanlarda her birey diğerine elini uzatırsa bu dünya daha yaşanılabilir olacaktır.
Her öğrencinin 2019-2020 eğitim öğretim yılını canı gönülden kutlar, hak ettikleri eğitimi en iyi şekilde almalarını temenni ederim…
Melisa Buran
Psikolojik Danışman
Kaynakça:
- Akpınar, T. (2017). Türkiye’deki Suriyeli Mülteci Çocukların ve Kadınların Sosyal Politika Bağlamında Yaşadıkları Sorunlar. Balkan ve Yakın Doğu Sosyal Bilimler Dergisi, 3(3), 16-23.
- Aslan, Z., Şeker, B.D. (2014). Eğitim Sürecinde Mülteci Çocuklar: Sosyal Psikolojik Bir Değerlendirme. Kuramsal Eğitimbilim Dergisi, 8(1), 86-105.
- Mızrak, S., Yavuz, Ö. (2016). Acil Durumlarda Okul Çağındaki Çocukların Eğitimi: Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler Örneği. Göç Dergisi, 3(2). 175-199.
- Sever, B. (2019, 18 Haziran). Erişim adresi: https://psikologo.com/multeci-cocuklarin-gelecegi/